SEZGİ: EVRENSEL TİTREŞİMİN DİLİDİR.

rüya,reiki,yaşamlararası,regresyon
rüya,reiki,yaşamlararası,regresyon

Sezgi, ruhun sessizce konuştuğu evrensel bir dildir, doğrudan varlığımızın özüyle temas kurar. Yaratılışımızdan gelen ama gün geçtikçe bastırılan ilahi bir armağandır. Yaratıcı sistem bizimle yalnızca dışsal yollarla değil; içsel bir frekans ağı aracılığıyla iletişim kurar. Bu ağ, modern dünyada “aura” olarak tanımlanan enerji bedenimizdir.                                                                                                                                                                 

Bugün bilim, maddenin ötesine geçerek görünmeyeni anlama çabasında. Kuantum fiziği, sicim teorisi ve kozmik ışımalar gibi alanlar, artık yalnızca maddeyi değil, maddenin ardındaki titreşimi de inceliyor. Görünmeyen yoktur; sadece henüz ölçülememiştir.                                                                                                                                                                                                                            

Fizikçi Michio Kaku’nun,

“Bilim, Tanrı’nın evreni yazdığı dili anlamaya çalışmaktır” sözü, bu anlamda yalnızca bilimsel bir ifade değil, aynı zamanda metafizik bir çağrıdır. Çünkü evrenin dili yalnızca atomlardan değil; frekanslardan, niyetlerden, bilinçten ve sezgiden oluşur.

Sicim teorisine göre evren, noktacıklardan değil, titreşen sicimlerden meydana gelir.

Bu sicimler farklı frekanslarda titreşerek enerjileri, parçacıkları ve kuvvetleri oluşturur.

Her titreşim bir niyettir; her niyet ise bilinç taşır.                                                                                            

İşte tam da bu yüzden insan, evrensel sicim ağının ortasında duran hem bir verici hem de bir alıcıdır.                                                                                                                                                                                                                 

Gece uykuya daldığımızda, bilinçli zihnimiz devreden çıkar ve bu sezgisel kanal aktif hale gelir. 00:00 ile 04:00 arası enerji bedenimize yüklenen frekans, ertesi gün boyunca hangi titreşimleri yayacağımızı belirler. Önceki gün aura bedenimiz üzerinden yüklenen frekans ışımasıyla neler yaptığımızda kayıt altına alınır, bir nevi ilahi sistem her gece günlüğümüzü tutar. Ve bizler her yeni güne yeniden uyanırız. Bu frekansı nerelerde ne için ve ne ile meşgul olarak harcadığımız bizlerin bireysel sorumluluğundadır. Bu sistem, ilahi düzende işleyen bir tür “kozmik günlük” gibidir.

İşte bu nedenle rüyalar yalnızca içsel görüntüler değildir; çok daha fazlasıdır. Onlar, başka boyutlardan gelen frekanssal mesajlardır. Yaşamlar arası regresyon seanslarında görülen ruhsal kayıtlar ve yüksek farkındalık anları, rüya diline benzer sembollerle açığa çıkar. Bu tür çalışmalar, sezgiyle rehberlik edilen bir hafızaya dokunur: Ruhun zaman dışı bilgelik alanına. Ruh, bu alanda geçmiş yaşamları, alınmış sözleri ve şifalanması gereken deneyimleri hatırlar.

Bu içsel iletişim sistemini destekleyen ve arındıran yöntemlerden biri de Reiki’dir. Reiki uygulaması sırasında kişi, saf yaşam enerjisiyle temas kurar. Aura beden temizlenir, enerji blokajları çözülür ve sezgisel kanal berraklaşır. Sessizleşen bedenle birlikte sezgi yükselir, rüyalar derinleşir, bilinç dışı rehberlik netleşir. Bu, sezgisel alanın yeniden aktive edilmesidir.

Tüm bunlar yalnızca spiritüel inançlara değil; aynı zamanda bilimsel bulgulara da dayanır.

Kirlian fotoğrafçılığıyla aura görüntülenebilir.

EEG ile de beyin dalgaları izlenebilir.

Biyofizik Profesörü olan Dr. Fritz-Albert Popp Almanya’daki Uluslararası Biyofizik Enstitüsü Direktörü olarak, vücudun “ışık bazlı” fizyolojisine dair çarpıcı bilgiler ortaya çıkardı. Biyofoton çalışmaları, hücrelerin ışık yoluyla iletişim kurduğunu gösterir.

“Bugün insanın aslında ışıktan oluşan bir varlık olduğunu biliyoruz. Ve modern fotobiyoloji bilimi… şu anda bunu kanıtlıyor. İyileşme açısından sonuçları çok büyüktür. Artık, örneğin, ışık kuantumunun hücrelerde kademeli benzeri reaksiyonları başlatabildiğini veya durdurabildiğini ve genetik hücresel hasarın, soluk ışık ışınlarıyla saatler içinde neredeyse tamamen onarılabileceğini biliyoruz. Hala ışık ve yaşam arasındaki karmaşık ilişkiyi tam olarak anlamanın eşiğindeyiz, ancak artık tüm metabolizmamızın işlevinin ışığa bağlı olduğunu vurgulayarak söyleyebiliriz.”  

 Yani insan aynı zamanda ışık ve frekansla da kendini ifade eder.

Tasavvuf ehli buna “hal ile söylemek” der. Bazen bir gönül ehlinin yanına oturduğunuzda hissettiğiniz huzur, onun yaydığı titreşimin sizin enerji alanınızla kurduğu rezonanstır.

Yeryüzüne uzayın derinliklerinden ulaşan kozmik ışımalar ise yalnızca atmosferi değil, beynin epifiz bezini de etkiler. Antik kaynaklarda “üçüncü göz” olarak geçen bu bez, sezgi ve rüya ile doğrudan ilişkilidir. Modern bilim, bu bezin yalnızca melatonin üretmediğini; aynı zamanda kuantum düzeyde duyarlılığa sahip olabileceğini öne sürmektedir. Bu da onu yalnızca biyolojik değil, ruhsal bir alıcı haline getirir.

Michio Kaku, “rüya sırasında beynin zaman ve mekân ötesi boyutlarda işlem yapabileceğini” söyler. Bu tespit, tasavvufun “zamanı aşan hakikat” kavramıyla örtüşür.

İbn Arabi’nin, “İnsan tüm âlemleri kendisinde toplayan bir mikro kozmostur” ifadesi, rüyaların aslında başka gerçekliklerin yansımaları olabileceğini düşündürür.

Ne var ki modern yaşam, bu hassas sezgi sistemini zayıflatıyor. Elektromanyetik kirlilik, yapay ışıklar, hızlı tüketim, GDO’lu gıdalar ve sürekli uyarılma hali… Tüm bunlar, enerji bedenimizi kirletiyor ve sezgisel rehberliği bulanıklaştırıyor. Günümüz insanı, yalnızca fiziksel değil; frekanssal bir yorgunluk içinde.

Artık duyamıyor, hissedemiyor, sezgisine güvenemiyor.

Ancak kadim öğretiler, hep aynı gerçeği hatırlatıyor: En büyük öğretmen, içimizdedir.

Mevlâna, “” Kardeşim sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsün, gülistan olursun. Diken düşünürsün dikenlik olursun, “dediği gibi.

Çünkü düşünce bir frekanstır. Niyetler, dualar, hisler… Hepsi evrensel enerji ağına gönderilen titreşim dalgalarıdır. Bu nedenle sezgimizi beslemek, auramıza sahip çıkmak yalnızca kişisel bir tavsiye değil; bir varoluş sorumluluğudur.

Nefes egzersizleri, toprakla temas, sessizlik, dua, sabah uyanınca gelen ilk sezgiyi not etmek, rüyaları ciddiye almak… Bunlar yalnızca ritüeller değil; ruhsal kalibrasyon yöntemleridir. Sezgiler dışarıdan değil, içimizden gelir. Herkes dışarıya yönelmişken, içe dönmeyi seçen kişi, hakikate açılan bir kapı haline gelir.

Çünkü her birimiz, yaratıcı bilincin evrende açtığı eşsiz portalız.

Ve artık o portalın açılma zamanı geldi.

Canan Sertkaya Güven

Yazar | Rüya Reiki & Regresyon Terapisti

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir