AÇIK KAPILAR

Akşam olmuş herkes evlerine gidebilme telaşındayken o henüz evden yeni çıkmıştı. Hava hafif yağmurlu, sokaklar ıslaktı. Yağmurun değdiği ağaç dallarından süzülen damlalar zihninde gözyaşını canlandırmıştı. Gökyüzünün ağlamasıyla birçok canlı besleniyordu. Yolların kenarlarında biriken topraklar, yağmur ile birleşince ortalığa değişik bir koku salmıştı. Zihni bu koku ile birlikte eski bir mahalleyi anımsadı. Kendisinin duyabileceği kadar kısık bir ses tonu ile söylenmeye başladı “Sadece küçük bir mahalle ile koca bir şehir arasındaki fark; insanın kendi kayboluşunu fark edememesiydi.”

Her iki tarafı ağaçlarla çevrili bu taş döşemeli cadde akşamları bomboş olurdu. Çıktığı yürüyüşlerde, hayalleri kırmızı halı ile karşılanıyor gibi, o cadde sanki hep onu beklerdi. Kendisi için hayal ettiği kırmızı halıdan yürürken, ayağına takılan eski bir anahtarı görünce bir süre durdu ve uzunca baktı, karşısına çıkan her şey onun için bir işaretti. Baş tarafı halka şeklinde ve uzun bir giriş yeri olan hafif paslanmış bir anahtardı. Eğilip anahtarı eline aldığında pasın yağmurla ıslanmasından dolayı elinde turuncu bir leke oluştu. Cebinden çıkardığı mendille önce elini sonra anahtarı temizledi. Severdi karşılaştığı her şeyi evirip çevirip incelemeyi ve neden karşılaştığını sorgulardı. Anahtara bakarken, zihni o caddenin sağı ve solunda bir bekçi gibi bekleyen ağaçların ardında birer kapı olduğunu varsaydı. Kapıların hepsi açıktı. O zaman bir anahtara da gerek yoktu diye düşündü. Ancak o ilk aklına gelen ve zihninde canlanan açık kapılarda beklemeyi yeğledi. Kilitler elbet kapalı kapıları açmak için vardı. Ancak zihni neden kapıları açık tutmuştu ve bu anahtar neden vardı?

Kâinatın kapıları tüm canlılara açıktı ve bizlerde bu doğanın bize sunmuş olduğu nimetlerden yararlanıyorduk. Kimse henüz cadde kenarındaki ağaçların açan çiçeklerini koklamak için bir meblağ biçememişti. Sokakta geçen bir kedi yavrusunun başını okşamak da bir şarta bağlı değildi. Hayvanlar, bitkiler, derenin içinde akan sular, açan güneş, yağan yağmur, özgürce kapısını herkese açıyordu. Gerçi bir bahçe görmüştü bir zamanlar, mosmor renkleriyle lavanta tarlasıydı ve bu tarlayı gezmek için ücret ödemeniz gerekiyordu. İşte orada bir kapı vardı. Toprağın birkaç tohumla bedelsizce çıkardığı güzelliğe karşı, insanlar akşamları kapısına kilit vuruyorlardı. Doğanın açık tuttuğu kapılara bile lavanta tarlasında olduğu gibi kilitler vurulmuştu.

Demek ki bu anahtar, bizlerin kendi kendimize sahiplendiğimiz şeyleri, birbirimizden koruyabilmemiz için vardı. Zihni kilitsiz evlerin olduğu zamanlara gitmişti. Kapılar birkaç tıklama ile çalınıyor ve destur isteniyordu. Ya da kapıların tokmakları vardı. Zamanla tokmağın altına delik açılıp, o delikler için de kilitler icat edilmişti. Hatta artık kilitler bile yetmiyor, alarmlar icat edilmişti. Zihni bir yandan söylenmeye devam ediyordu. “Doğa bize bu kadar cömert olmasına rağmen bizlere yeteri kadar örnek olamamışsa, demek ki bu olaydan da pay çıkarmak yerinde olacak.”   

Açık olan kapılardan tek tek girmeye karar verdi. Bekçi gibi bekleyen ağaçların ardındaki her bir kapıyı ziyaret edecekti. Girdiği ilk kapı da inanılmaz bir mimari ile karşılaştı, değerli madenlerle döşenmiş, fazlaca abartılı yapılmış saraylar gördü, eşyaları altın kaplamalı ve insanlar şıkır şıkırdı.

Girdiği ikinci kapının ardı ise, daha modern ve her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş teknolojik yapıtlarla yapılmış evler ve lüks araçlarla doluydu. Girdiği üçüncü kapıda ise, birçok hasta insan vardı ve hastalıkların dili ses olup havada yankılanıyordu. Hastalarla konuşuyor, “Böyle böyle yapmasaydın ben ortaya çıkmayacaktım” diye hesaplaşıyordu.  

Girdiği dördüncü kapının ardında, kavga eden aileler vardı, şiddet vardı, nedeni belirsizdi ancak ızdırap da ses olmuş yankılanıyordu.  Dayanamayıp kendisini dışarı attı. Bu arada fark etiği şey, elinde sıkı sıkı tuttuğu anahtardı. O an aklına geldi,  girip çıktığı kapılardan tekrar geçti ve anahtarı denemek istedi. Anahtar bu dört kapıyla da uyuşmuyordu.

Denemeye devam etti,  her girdiği kapı için bunu yapacaktı.  Ağaçların arasından geçiyor ve diğer açık kapılardan girmeye devam ediyordu. Girdiği beşinci kapının ardında, bir sürü ağlayan çocuk ve bağıran yetişkin sesleri vardı. İçlerindeki çocuklar ağlarken, yetişkin sesleri dayanamıyor, susturmak istercesine çığlık atıyorlardı. Kendilerini büyütememiş, hep içlerindeki çocukla kavga halindeki yetişkinler, içindeki çocuğun ihtiyacını görmek yerine, şiddetli sesleriyle, ağlayan taraflarını bastırmaya çalışıyorlardı. Baktığınızda kendi kendine kavga eden insanlarla doluydu. Anahtar bu kapıya da girmiş ama olmamıştı. 

Girdiği altıncı kapının ardında ise, hep şehvet vardı. Kokusu o kadar iğrençti ki, alışmışlardı o kokunun içerisinde yaşamaya ve siz dışarıdan girince cinsel dürtülerine hapsolmuş ve gözleri başka bir şeyi görmeyen insanları fark edebiliyordunuz. Anahtar bu kapıya da olmamıştı. Girdiği yedinci kapının ardında ise, hırslarından gözleri kırmızıya evrilerek, kan çanağı olmuş ve dişleri bir vampiri andırır halde birbirleri ile kavga edenlerle doluydu. Bir türlü anahtara ait kapıyı bulamamıştı.   

Kalan birkaç kapı ile devam etti. Kapıların birinde çiftlikler ve vardı, ödül karşılığı karınları doyuyor ya da karınlarının doyabilmesi için gözleri bağlı yanlarından geçen insanların, onları görmesini bekliyorlardı. Bir başka kapı ardında ise birkaç lider bir araya gelmiş, korku ile insanları düzene getirmeye çalışıyor, bunun için insanların zaaflarını ve korkularını kullanıyordu. Anahtarın sahibi olan kapıyı bulamamış ve biraz dinlenmek istemişti. Kalan son bekçisi olduğu ağacın kapısı için beklemiş ve düşünmeye başlamıştı.

Gördükleri inanılmazdı, ama yok sayılamazdı. Tüm baktığı yerlerde acının da, şiddetinde, ahlaksızlığın da, lüksünde hep bir kapısı vardı ve hepsi açıktı. Bunlar, korunma ihtiyacı gereken bir anahtardan çok, çözülmeye ve görülmeye ihtiyacı olan meselelerdi. Abartıyla lükse kaçan dünyanın da, ağlayan çocukların da, aç kalan hayvanların da, hırsla gözleri dönenlerin de, şehvetten kokuşmuşların da, hastalıkların da, kavga eden huzursuz ailelerin de, kendi içindeki çocukla kavga eden büyüklerin de artık görmeleri gereken ve görülmeleri gereken meselelerdi. Kapıları açıktı, görülmeyi ve çözülmeyi bekliyorlardı.  Belki son kapı bunu çözebilirdi. Hayallerine kırmızı halılar döşeyen bu cadde, bu sefer ona kapıların ardını açmıştı.

Kalan son kapıdan, ona iyi gelecek bir şeyler ve bu kadar sorunu çözecek şeyleri görmek umuduyla girdi. Kapının ardında hiçbir şey yoktu, sadece bir ışık ve aydınlık. Kimseler yok ve çok sessizdi. Sanki temiz bir sayfa gibi doldurulmayı bekliyordu. Kapının ardında durup bu şaşkınlıkla birlikte yine kendi kendine konuşmaya başladı. “Sahi her bir kapı, düşünceler ve isteklerle oluşturulmuş bir dünyanın yansıması olabilir” dedi. Lakin burası bomboştu. Ardında bıraktığı kapılara bakmadan,  yeni bir düşünce ve güzelliklerle doldurabileceğin bir dünyaya adım atmak gibi.

Bu saf bir beyazlıkta kalan kapı ardının, kilitlenmeye ihtiyacı vardı. Anahtar bu kapıya uymuştu.  Bu kapı açıktı ancak sen doldurmaya başladıkça, ardından kilitlemeliydin ki hiçbir olumsuz düşünce ve olay bu kapıdan içeriye giremesin. Evet, herkesin böyle bir kapısı var ve bu kapı, kilitlere vurulmalı ve saklanmalıydı. Elimizde kalan son kapı ve diğer kapılara karşılık tek bir kapıydı. İşte bu kapının ardına geçip, kendimizi güvene almalı ve buraya tutunmalı; değişecekse burada oluşturduğumuz düşüncelerimizle bir şeyleri değiştirmeli.

Kilitlediğimiz kapıların ardında yaşananlar artık kendisini dış dünyaya açmıştı. Zihinleri ve düşünceleri olumsuzca etkilemekteydi. Her olumsuz düşünce, üstüne daha da olumsuzunu çekmekte ve enerji ile büyütmekteydi. Açık kapılarda olanları görmezden gelerek değil daha çok görerek ve ancak içimizde bir yerde koruduğumuz o ışık dolu odaya güzellikleri akıtarak bunların üstüne üstüne gidebilirdik.  Kapılarımızı kilitli sansak da, orada yaşananlara artık kilit bile dayanmıyordu.  Kapıların ardında yaşananları görerek, o temiz odamıza tutunmalı ve güzellikleri büyütüp, doğanın bize cömertçe sunduğu gibi sunmayı öğrenebilmeliyiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You May Also Like

‘AŞK’SERÇENİN KANATLARINDA

Geçmişten eser kalmamışçasına, kıyısında köşesinde, ben önceden yemyeşildim diyen boyasıyla.   iki tarafa açılan minik bir ahşap pencere. Minik pencerenin önüne, yalpalaya yalpalaya yaklaşan yavru yaralı bir serçe. Artık yaralarıyla ona…
Görüntüle

aBDAL BU YA HU!

Onu ilk kez gördüğünde, bir kapının eşiğine oturmuş kapının pervazını dili ile yalıyordu. Saçı başı dağılmış haldeydi. Üstündeki eski kıyafetlerle sadece fakir gibi görünüyordu.  “Amca neden burada oturup dilini buraya…
Görüntüle

Mısır Tarlası

Dünyanın güneşi sadece ona doğuyordu sanki küçük bedeninde, taşımayacağı kadar acıları olsa da,  devasa büyük hayalleri vardı. Penceresinden yansıyan güneş huzmesi saçlarına vurmuş, başak gibi parlıyordu. Saçlarını elleriyle karıştırarak okşadı,…
Görüntüle

ADRESSİZ MEKTUPLAR

AŞK’ önce sağda solda kaçamak bakışlarla başlamıştı. Sözler, sandıklara vurulmuş, üstüne yeminler edilerek açılamayacak kadar küflü kilitlerde saklıydı. Söylenişinde, zarafet ve gücün aynı anda vurgulandığı bu üç harf, sihirli bir kelimeydi.…
Görüntüle

KUĞU GRUBU

Çirkin ördek yavrusu misali, gölde kendi yansımasını görene kadar çirkin olduğunu bilmiyordu. O öyle zannediyordu. Ailesi ve çevresindekilerden dolayı, onlara benzemediği için ve farklı olduğu için, kendi yansımasını görünce, ben…
Görüntüle

IŞIK AVCILARI

Davulunu almış eline, gümbür gümbür vuruyordu. Çevre ahalilerden kimisi, davulun sesinden rahatsız oluyordu, kimisi ise onu sevinçle karşılıyordu. Bazen bu tepkiler, uykusundan uyanmak istemeyenlerin tepkisi oluyordu, bazen de ışıklarını açarak…
Görüntüle