FARKETTİĞİNDE…

Bazı dönemler vardır farkında’lığı yaşatacak olaylar yaşarsın. Günlük hayatta sıradanlaştığımız, normalleştirdiğimiz alışkanlıklarımızın dışında yaşadığımız şeylere zor zamanlar deriz. Kontrol alanından çıktığında ve arka arkaya gelen olaylarda “neler oluyor?” diye söylendiğimiz zamanlar. Yolun hastaneye düşmüşse ve hastane bahçesinde kara kara düşünürken, elini kolunu koyacak yer bulamazken, bir ağaç fark edersin.

Ağaçlar ormanlarda, yeşil alanlarda ve deniz kenarlarında olduğu zamanlarda insanlara huzur verir. Hastane bahçesindeki ağacın varlığını gördüğümde sanki burada olmamalı diye düşünmeye başladım. İçimden ‘varlığı deniz kenarında da olabilirdi ancak o hastane bahçesinde var olmayı seçti’ diyerek geçirdim. Onun varlığı, gölgesi, yeşili değişmemişti o bir ağaçtı ve bu kadar yoğun bir yerde göze çarpmayacak şekilde varlığını sürdürüyordu. Tek farkı gölgesinde piknik yapan ya da dinlenen hayaller kuran birileri yoktu, etrafı dertlerinden kaçmak için sigara içenlerin izmaritleriyle doluydu.  

Ağaç hastane bahçesinde olarak varlığından bir şey eksiltmemişti, bulunduğu alanda da varlığını sürdürebiliyordu, dimdik ve yemyeşil. Peki “ya sen?” dedim “bu ağaca göre fazlasıyla özgürsün adımların var, nerede var olmak istiyorsan orada durmayı seçebilirsin ya da bulunduğun alan her neresiyse, her yere götürebildiğin varlığının farkında mısın?” Varlığımızın ne kadar bilincinde olarak yaşadığımızı sorgulamama neden oldu. Peki, madem şu an buradayım ve hastane odasında günlerimi geçireceksem, ortamımda bir süre burası olacak, o vakit tüm varlığımla burada olmayı kabul ediyorum diyerek yanıma aldığım kitaplar için cam kenarını kitap rafı şeklinde kullandım, pek de süngeri kalmayan demirleri çıkmış koltuğu gerekli malzemelerle destekleyerek uzanabileceğim alan haline getirdim.

Gözden kaçırdığım en önemli detay ise, odanın manzarasını iyice yerleştikten sonra fark etmem oldu. Bir tarafı göl diğer tarafı deniz olan ortasında limanla birleşmiş muhteşem bir manzara ve büyük bir cami vardı.

Böyle bir manzaraya karşı tatil köyünde bir odaya kim bilir ne kadar ücretler ödenirdi? Eksik olan tek şey varlığımı buraya konumlandırmaktaki direncimdi. Kontrol alanından çıkmış herkesin hissedeceği gibi her şey yerli yerinde de olsa ortamın adının hastane olması içimin daralmasına neden oluyordu. Her şeyi istediğim gibi konumlandırsam da varlığımı oraya ait hissedemiyordum hâlbuki ağaç öyle miydi? Direnci yoktu.

Belli bir zaman sonra, ağacın varlığını düşünmem ortama adapte olmama yardımcı oldu ve zihnimin bütün odak noktaları dağıldı. Sürekli konuşan zihnim susmaya ve sakinleşmeye başladı, düşünceler sustuğunda duygularım kayboldu, direnmeyi durdurduğumda zihnimin susması ile dinginlik yerini aldı. Yıllarca emek versem belki bu anı yakalayamayabilirdim. Bu an öyle bir andı ki bir kaç saniye bile insanın kafasında ki sesler susmazken, zihnim susmuştu ve yerini dinginlik almıştı.

Günler geçtikçe sıcacık bir bardak çayın, bir fincan kahvenin yokluğunu hissetmeye başlamıştım. Her sabah kalktığımda ilk yaptığım şey çayın suyunu koymak oluyordu ve bu benim için sıradan normal bir şeyken, o çaydanlıktan çıkan sıcak su buharını bile özler, evde alelacele hazırladığım kahvaltıları arar olmuştum. Kahvaltıdan sonra içilen bir fincan Türk kahvesinin tadı ise bambaşkaydı. İşte insan konfor alanından çıktığında, sıradanlaştırdığı ancak şükretmesi gerekenleri özlemle düşünmeye başlıyordu. Çoğu zaman ne pişirsem diye düşündüğüm belki de alelacele pişirdiğim yemeğin ve ağız tadıyla yiyebilmenin şükrünü yaşar olmuştum.

Sıradanlaşan ancak farkında olmadığımız ne çok şey vardı şükretmemiz gereken, yemeğin tadını çıkara çıkara pişirmek ve afiyetle yemenin bile zamanını bulamadığımız yoğun günlerimiz var. Hep bir acelemiz var ve hep bir şeyleri yetiştirmek derdinde ya da bir yerlere yetişme derdinden, kendimizden kaçırdığımız kıymetli zamanlar.

Bu zamanlar yaşanırken yarınları satın almış gibi yaşıyoruz hayatı, ancak öyle mi?  Elimizde sahip olduğumuz tek bir an var o da içinde bulunduğumuz an, bu andan başka da bize verilen pek bir şey yok aslında. Geçip giden günler ve gelip gelmeyeceğini bilmediğimiz geleceğimiz. Bizi an’dan alıkoyan ise geçmişte yaşadıklarımızın zihnimizdeki tekrarları ve gelecek kaygılarımız, yapacaklarımız, ileri ki tarihlere sıraladığımız hayallerimiz.

Geçmiş için pek yapabileceğimiz bir şey yok aslında, geçti ve gitti. Her ne yaşadıysak geçmişe enerjimizi akıttığımızda değişim için bize verilen tek fırsat olan anı’da geçmişe kaptırırız. Gelecek diye planladığımız her ne varsa onlar için yapabileceğimiz ne varsa tek an elimizdeki an, erteleyecek satın aldığımız bir gelecek zamanımız yok.

Bir patatesi soyarken bile o an’da olmak, soyarken elini incelemen, elinin kavrayışını onunla birçok çeşit lezzet çıkarabileceğini ve tüm odağın o an olduğun da elindekinin bir yaratıcısının olduğunu ve sana gıda olarak hizmet ettiğini ve bu lezzeti alabildiğini, tadına varabildiğini düşünmeye başlarsın ve bu akış seni an’da tutar.

Her ne yapıyorsan an’ı sahiplenirsen yaşadığın tüm zamanlar varlığınla bir bütün olur dinginlikte ve yaşamın hazzında kalırsın. Yapabileceğim pek bir şey yoktu, tek onurlandırabileceğim varlığımla an’da ne yaptığımdı. Direnmeden yaşama akmak. Değişmek, çevremizin bize sunduğu koşullardan daha büyük olmak demektir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You May Also Like

KISA YOLLAR

“Geçecek” diye diye kendimizi ninni gibi uyuttuğumuz zamanlar. Dünya,  beşik olmuş da sallıyor gibi uyuduğumuz zamanlar. Sesten uyuyamadığımız komşuların gürültüleri gibi, beynimizin içerisinde dönüp duran sözler, tavırlar, dokunan, tam da…
Görüntüle

DİRENİŞ

Usulca mırıldanmakla başlar içindeki direniş, bir şarkı sözü ağzının içinde dolandırdığın, ellerini birbirine bağladığın, kafanı dizlerinin arasına gömdüğün o dakikalar, birkaç satır yazıp yazıp sildiğin, sonra belki yolladığın sözcüklerin. Birkaç…
Görüntüle

AN’DA KAL…

Bizdeki bu dünyaya geliş amacımızı açığa çıkaracak, köklerimizden yeniden doğmamızı sağlayacak, bize seslenilen, bizimle oradan iletişim kurulup konuşulan bir yer var, burası tam da içimizde;  evet orası kalbimizdir. O kadar…
Görüntüle

DÖL YATAĞI

Saydam saydam süzüldüğünde gözyaşları, içinde kopan fırtınaları dinmeyecek durmayacak gibi hissettiğinde, o ana geldiğinde, işte o an, bilemezdi hep safsaladıkları “AN” dedikleri şey bu olsa gerekti. İçinden çıkılamaz bir hal…
Görüntüle

GECE GÜNDÜZ

Gökyüzünden doğan nidalar, uçsuz bucaksız bizi kucaklayan kocaman gökyüzü, günümüzü ayrı, gecemizi ayrı aydınlatan Güneş ve ay. Güneş tüm ihtişamıyla yavaş, yavaş doğar ve ışıklar içinde yaşamımıza parlar, batma vakti…
Görüntüle

ŞARAMPOL

Yol, sen olsan da var, olmasan da. Çıkmaya korktuğu yolculuk, o olsa da olmasa da hep vardı. Dünya da öyleydi, sen olsan da, olmasan da hep var olacaktı, olmak zorundaydı.…
Görüntüle