GECE GÜNDÜZ

Gökyüzünden doğan nidalar, uçsuz bucaksız bizi kucaklayan kocaman gökyüzü, günümüzü ayrı, gecemizi ayrı aydınlatan Güneş ve ay. Güneş tüm ihtişamıyla yavaş, yavaş doğar ve ışıklar içinde yaşamımıza parlar, batma vakti geldiğinde seferini geceyi aydınlatan aya devreder ve karanlıklar içerisinde aydınlanıverir gecemiz. Gökyüzünü seyretmeyi hep sevmişimdir, yeri gelir heyecanla gözümüze kestirdiğimiz o en parlak yıldıza gözlerimizi diker, dileklerimizi yükleriz, hele bir de kayarsa nasıl da sevindirir bizi, ‘Oldu, olacak kabul olacak dileklerim’ diye sevinç nidaları attırıverir. Yeri gelir hüznünüze eşlik eder. ‘Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar… Bu şarkıyı canım babam, canım anneme söylermiş, çiçek pasajında bir masada baş başa oldukları zamanlarda. Bir de hatırlar mısınız?  Gece ve gündüz oyununu, küçücük kollarımızla, okul sıraların da oynadığımız gece, gündüz oyunlarını, ne kadar mutlu olurduk. Özellikle öğretmen derse başlamadan önce oynatırdı bize, o zaman derse daha heyecanlı giriş yapardık, gece derdi kollarımızla sıralarımıza kapanır, gündüz derdi, ayağa kalkardık  birkaç sefer yavaş, yavaş yapar, sonra hızlanırdık ve gündüz de kalır, dersimize geçerdik.

Geceleri çoğu kişi için de ilham kaynağı olmuştur, gündüzün o koşturmacasından, dinlenmek için gecenin o sizi saran kollarına bırakırsınız, kendinizle baş başa kalır, bazen dinlenir, bazen yazarsınız, bazen de çizer, boyarsınız. Zihninizi temizler, derslerinize ya da ideallerinize çalışırsınız. Herkesin ideal bir zamanı olduğu gibi, kiminin sığındığı gecedir, kiminin ise, güneşle şarkılar söyleyen yaşama eşlik etmesidir. İdeal demişken, hepimizin hayatta bir beklentisi var, bazen kendimiz için, iyi bir gelecek için, anne baba isek çocuklarımızın daha iyi bir geleceği olsun diyedir isteklerimiz ve çabamız. Öğrenebilmek, öğretebilmek, rehber olabilmek, çocuklarımız için iyi bir gelecek sunabilmek idealimizdir. Sunarken, isteklerimizi hepimiz farklı, farklı yöntemlerle ifade ederiz kendimizi, kimimiz hem okuyup, hem de çalışarak, işimiz de en iyisi olmaya çalışarak, belki daha fazla merdiven silerek, daha fazla karton toplayarak, daha çok tarlamızla vakit geçirerek, işimizde fedakârlıklar da bulunarak, çocuklarımıza daha çok öğreterek, emeklerimizi hep bir şeye yükleriz ve karşılığında iyi, mutlu bir yaşam isteriz.

 İstemek de en doğal hakkımız değil midir? Çaba ve gayret olmadan güzellikler de bazen çok çabuk gelmiyor, değil mi? Yaşam bazen zorluyor, anne iken çalışıyorsan bir de,  çocuklarınla geçirebileceğin o bir saatin özlemiyle yanıp tutuşuyorsundur çoğu zaman. Kendisini ve ailesini canı pahasına ardında bırakan, analarının, eşlerinin, yüreklerini ağzında taşıttıran, kutsal erlerimiz. Kaptan olan, sığ denizlerde, özlemini dev dalgalara yutturan, o kaptanlarımız,  o karayollarını kendine yar edip, direksiyon sallayanlarımız, aynalığına taktığı resimlerle özlemini gideriyor, eve giderken, karısına götürebileceği birkaç parça kıyafetin, ya da çocuklarına alacağı birkaç parça oyuncağın ve onların yüzünün gülümsemesini hayal ederek, ardından o tekrar tekrar kavuşmaların verdiği mutlulukla kendilerini oyalıyordur. Hepimizin hayat mücadelesinde elbette kendini etiketlediği, ifade ettiği bir işi ya da bir ideali var.

İdeallerimiz için, hayaller kurarız çoğu zaman, yaşam için de kurduğumuz bu hayallerimiz de gerçekleşmesini umduğumuz olasılıklarımız değil midir?  Hayalini kurduğumuz yaşamı düşleyebilmek de bir olasılık oluşturmaz mı? Düşlüyorsan, varsındır, canlısındır. İşte bu da hayata bir katkı sağlamak değil midir? Mücadelelerimizin sonu yok, hala bir şeyler öğrenmek için çabalarken, bitmedi senin şu okumaların diyen de var, ne güzel seni takdir ediyoruz diyen de var, hem anne olup, hem çalışmak, hem eş olmak, hem evinle ilgilenebilmek, hem belki şu anda yaptığın gibi hayalini kurduğun şeyler için bir şeyler yapabilmek, sonuca odaklanmadan, sadece istediğini yapabilmenin hazzını yaşıyorsundur.  Bırakalım o zaman direnmeden düşleyelim, isteyelim, hayaller kuralım, sorular soralım, yaşam da her şey bir olasılık ve bizler olasılık denizinde yüzen canlılarız. Bu deniz de bir damlayız, düşüncelerimiz ve yaptıklarımızla o uçsuz bucaksız denize, kendimizden, bir şeyler bırakırız, sadece kendimize mi, tüm canlılara, denizin suyundan, denizin içinde faydalanmayan canlı var mıdır, yoktur, hepsi oradadır, hepsi yaşar ve kendi payına düşen nasibini alır.

Düşleyebilmenin verdiği o haz bana hep çocukluk yıllarını hatırlatır, hayal kurar konuşmalar yapardık değil mi, düşler, oyun kurar ve olmuşçasına oyunun içine girer, tüm samimiyetimizle mutlu olurduk. Nasıl da saf ve güzelizdir. Bir söz var ‘Dünyaya geldiğim gibi gidebilsem keşke’ yani burada söylemek istenen çocuk bilinç halini yeniden kazanmamızı gerektiğini anlamamızı sağlar. Verdiğin çabalar hiçbir zaman anlamsız değildir, seni istediğin o hayat oyununun içine çekmek içindir. Göster kendini der, bu sahne senin, daha iyisi olamazdı. Hepimizin mızmızlandığı can sıkıcı olaylar, kişiler hepsi bu oyunun parçası seni büyüten geliştiren, daha iyisini yaşabilmen ve en iyi formu alabilmen içindi. 

Beynimiz hayal ile gerçeği ayırt edemiyor, sınır biz de, içimizde, isteklerimize sınırlar koyuyoruz. Bazen başaramamaktan korkuyoruz, altından kalkamamaktan, taşıyamamaktan, isteklerimiz illa da maddiyata bağlı değil, maneviyat da içerir.  Anne olmayı, baba olmayı isteriz, evlenmeyi, sevgimizi paylaşmayı isteriz. Belki çok paramız olsa gücümüz yettiğince yardımlar etsek deriz, deriz de korkarız, atalım korkularımızı, ne olur, en azından sen bu yol da çabalamış olmanın mutluluğunu, bir nebze de olsa elindekilerden vermiş olmanın, hazzını yaşarsın, samimiysen, korkularında arındırmışsan hayallerini, dilinden artık düşürmüyorsan isteklerini, bir yerlerden seni teşvik edecek, yardım edecek birileri çıkacaktır, çünkü sen düşüncenle oluşturduğun isteğini o denize bir damla olarak bıraktın ve senin düşlediğin gerçekleşene kadar, yanında çalıştığın kişiler değişir, dostum dediğin değişir, çevren değişir, hiç planda yokken hayat yörüngen değişir ya da o beni bulmaz dediğin şans çalar kapını, şans değildir aslında, sen çok istemişsindir, yakalar seni ve artık seninledir.

Gün gelir, düşüncen ile oluşturduğun o olasılık gerçekleşir, diyeceksin ki, hayır ben bunu çok önce düşünmüştüm, söylemiştim ya da unutmuşsundur.  Neden başıma geldi dedin, demeden önce iyice bir düşünmek gerekmez mi? Belki de dualar ettin. Olmasını istediğin duaların vardı, olmadı dedin ve çok zaman geçti üstünden ve gerçekleşti istediğin, dilediğin, işte olması gereken, tüm güzelliğiyle, olması gerektiği anda olmuş oldu. Her şeyin bir zamanı var derler ya gerçekten de doğru, istediğin, istediğin anda olsa, belki seni üzecek olaylar silsilesi yaşayacaktın, ya da senin için iyi olmayan insanlarla karşılaşacaktın, direnmeden kabul edip, kendimiz için, olması gerekeni, olması gerektiği anda güzelce yaşamak için, olasılıklar denizine kendimizi bırakalım. Hani derler ya bir şeyi kırk kere söylersen o olur diye, düşüncelerimizde doğurduğumuz olasılık, dilimize yansıdığın da, tabiri caizse, artık o söz söylenmiş ve suret giydirilmiş olur. Kelimeler tüm yaşam boyu asılı kalır. Sipariş hattına numaranı bırakmak gibidir, gün gelir çalar kapını, tıpkı ezberlediğimiz bu söz gibi. Düşüncelerine dikkat et, sözlerin olur. Sözlerine dikkat et, davranışların olur. Davranışlarına dikkat et, alışkanlıkların olur. Alışkanlıklarına dikkat et, kaderin olur. 

Yaşam da her şey, herkes birbirine enerji ağlarıyla bağlıyken, yaptığımız en ufak bir hareket, sadece kendimiz bağlamayacağı için, bir damla olarak, o denize damladığında, sen de oradasındır, yaydığın o dalga, yani düşüncelerin, etrafına sirayet edecek ve algılanıp, okunamasa da biz insanlar tarafından yaşam senin istediklerin, ihtiyaçların, umutların, için bir bütün halinde seni bir damlayken dışarıda değil, için de tutacak ve sen tutunacaksın. Yeter ki sen kendini bu bütünlükten ayrı görme, katıl yaşama, nefes al, konuş gökyüzünle, bulutlarla, denizle hepsi seni duyuyor, gördüğün, dokunduğun tüm canlılar, seninle aynı hayatı paylaşıyor. Tesadüf diye bir şeyin olmadığını da böylelikle daha iyi anlıyorsun, hayatta hiçbir şey tesadüf değil, senin ihtiyacın olan sana gelecektir. Seni terk eden arkadaşların, dostun, her kim varsa, görevini yaptı ve gitti, ben bu durum da hayatıma dokunduğu için teşekkür ediyor ve ardından benden uzaklaştıysa ne için uzaklaştıklarının farkında olmasalar da bana kattıklarıyla anlayabiliyorum.

Bu bölümü yazarken de, içimden acaba oldu mu, gece, gündüz oyunu olarak bölüm de girişlerim var çıkarsam mı diye düşünüyordum. Ertesi gün oldu, iş yerim de öğlen araları oturur kendimle baş başa kalır, ya kitap okurum ya da ders çalışırım, o gün arkadaşlar bana eşlik etti yanım da oturdular, herkes kalktı biri kaldı, sohbet çocuğunun kreşte, gece gündüz oyununun öğretildiği ana geldi, bak dedi daha üç yaşında gece ile gündüzü öğrendi, evde olsam belki aklıma bile gelmezdi öğretebileceğim, işte ben de mesajımı almıştım, artık dokunmayacaktım, silmeyecektim, gece ile gündüz oyununu. Hayatı birlikte paylaşmanın, aynı havayı solumanın, aynı gökyüzünü paylaşmanın ve yaptığım hiç bir şeyin sadece beni bağlamayacağını bilmenin sorumluluğuyla, sevgi de kalarak, sevmenin seni insanlar tarafından kolayca ezilecek biri yapmadığını, aksine bıraktığın o damlanın yine dönüp seni bulacağını bilmenin farkındalığı ile yaşıyor, hayallerimi bulutlara yüklemeye devam ediyor, onlarla geziyor, açıyor ve sağanak oluyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You May Also Like

GÜNÜ KURTARMAK

Bazı sabahlar perdenin arkasından yüze vuran ışık huzmesi, varlığın temsili gibi parlıyordu. Geceyi sevse de, gün yüzüne çıkmak, yaşama bir kere daha merhaba demek gibiydi. Güne uyanmak zor geliyordu artık,…
Görüntüle

KENDİNE BAK…

Herkes, “Ne der?”değil,“Ben ne derim? “olmalıydı. İçinde sindirmediklerinle başladığın gün, kimler seninle birlikte nasiplenecekti bu sindirilememişlikten, kendine vermediğin o değeri sana kim verecekti, kendine duymadığın öz saygıyı kim sen vermezken…
Görüntüle

DİRENİŞ

Usulca mırıldanmakla başlar içindeki direniş, bir şarkı sözü ağzının içinde dolandırdığın, ellerini birbirine bağladığın, kafanı dizlerinin arasına gömdüğün o dakikalar, birkaç satır yazıp yazıp sildiğin, sonra belki yolladığın sözcüklerin. Birkaç…
Görüntüle

KISA YOLLAR

“Geçecek” diye diye kendimizi ninni gibi uyuttuğumuz zamanlar. Dünya,  beşik olmuş da sallıyor gibi uyuduğumuz zamanlar. Sesten uyuyamadığımız komşuların gürültüleri gibi, beynimizin içerisinde dönüp duran sözler, tavırlar, dokunan, tam da…
Görüntüle

EDEP

Dünya kazan ben kepçe ararım gündüz gece… Bu söz diline dolandı. Neden dolandığını da biliyordu çünkü kendi ışığını arıyordu, parlamayı varoluşunu bulmayı ve o huzura kavuşmayı. O huzur ki anlatanların…
Görüntüle

DÖL YATAĞI

Saydam saydam süzüldüğünde gözyaşları, içinde kopan fırtınaları dinmeyecek durmayacak gibi hissettiğinde, o ana geldiğinde, işte o an, bilemezdi hep safsaladıkları “AN” dedikleri şey bu olsa gerekti. İçinden çıkılamaz bir hal…
Görüntüle