Bazı sabahlar perdenin arkasından yüze vuran ışık huzmesi, varlığın temsili gibi parlıyordu. Geceyi sevse de, gün yüzüne çıkmak, yaşama bir kere daha merhaba demek gibiydi. Güne uyanmak zor geliyordu artık, kabuğundan çıkacak olan şey için hep geceyi yaşamak istemişti. Gece olsa da ben bana kalabilsem diyordu. Yaşamın hızlıca akan koşturmacasın da, diline peleng olan o duaların bir gün gerçek olacağını bilmiyordu. Dualar gerçek olur muydu olurdu ebet, ama o kadar dikkat edilmesi gerekiyordu ki, bütünün hayrına da istenmeliydi.
Kalmak istediği evinde, kalmış ancak koşturmacısı yine bitmemişti. Duası onun yolculuğunun sadece vasıta biçimini değiştirmişti. Vasıta, bir o otobüsten inip, başka otobüse oradan da, tabana kuvvet yaşamında, değişen vasıta, yerini düşüncelere bırakmıştı. Zihni o kadar kalabalıklaşmaya başlamıştı ki, susturamıyordu. Gün içerisindeki yoğunluklar iki katına çıkmış, o hasret kaldığı geceye kavuşacak dermanı bile kalmamıştı. Su kuyusu gibi, erişmek için, kovayı derine daldırmak gerekiyordu. Yanlış giden bir şeyler olduğunu o da seziyordu. Sanki alarmı kurulmuş bir çalar saat gibi yaşamı bitecekmiş gibi, hayatına her şeyi dahil etmişti, bu güne kadar yapamadıklarını önüne ip gibi dizmiş, tek tek çözümlemek istemişti. İşte şikayet ettiği dünyevi yolculuğun vasıtası değişmiş ancak yaşamın akışında sürekli konuşan beyni daha da geveze olmaya başlamıştı. Hadi yaşam bitiyor, bunu yap, şunu da yap, ama onu da yapmalısınlarla bir süre beynine ayak uydursa da, geceye kavuşamayan o yorgunluk ile pes etmişti.
Beynine isyan kaldırmıştı ve zorunluluk kelimelerini kaldırıp, yapmasan ne olur diye soruvermişti. Yani beyni çıkartıp kenara koyarsam geriye ne kalır demişti. İç güdü ile hareket edemezdi, sonuçta insandık ve düşünen bir beyin olmadan da yaşanamayacağımız çok aşikardı. Vurdu sazın teline bir süre müzik dinleyerek susturmaya çalıştı beynini, ancak o susmak yerine şarkı sözlerini cımbız gibi çekerek, ya yaralarını tazeledi ya da geçici enerjiyle günü geçirdi. Günü geçirmek sahiden dedi, yaşamın pimini çekmiş gibi yaşarken, günü geçirmek belki de daha mantıklıydı. Bunun için o perdeden sızan güne ilk gün gibi muamele etti, cidden her gün aynı gibi görünse de bizi diğer güne taşıyan bir miras bırakıyor demişti ve değiştirebileceğimiz tek şey ve müdahale edebileceğimiz tek şey şu kafamızın içinde dönen düşünceler dedi. Belki de düşünce zincirlerinden halkalarla, çevremiz, işimiz, eşimiz geleceğimiz şekilleniyor olamaz mı demişti.
Küçük bir deneme yapmaya karar vermişti. Hediye vermeyi severdi ve bu sefer bunun üstünden deneme yapacak ve hediye almayı seçiyorum ve hediye alırken mutlu olurum diye düşünerek, kafasında ona gelecek hediyeleri canlandırmıştı. Sonra kapısına gelen bir iki kitap hediyesi ve eşin dostun tatlı çiçekleri ile düşünceleri gerçek olmuştu. Sonra fark etti ki geçmişte düşündüğü her şey nasıl da bugün gerçek oluvermişti. Bir farkla bütün detay istendiği gibi dua da dizayn edilmeliydi ve duaya şart koşulmadan istenmeliydi, istemekten öte düşünülmeliydi. Bizim için neyin merhamet dahilinde olacağını bizler bilemezdik. Bizim için en uygun olanı, bizim için en kolay olacak şekilde ve varlığımıza ağır gelmeyecek şekilde istemeliydik. O kadar sıkılmıştı ki, yolculuklarından bu yolculukların bitmesini isterken, eve kapanmış kalmıştı ve o vasıtalara binilmesi bile yasak hale gelmişti, kim bilir kaç kişi daha onun gibi şikayet etmiş ve bu sürecin gerçeklemesine düşüncesi geçmişti. Evet, şimdi o çok şikayet ettiği yolculuklar bitmiş, başka yolculukların telaşı gününe katılmıştı.
Fark ettiği ise, düşündüren de, şikayet edip duaya peleng olmasına vesile olan da ve seni bir şeye hazırlayacaksa, senin en güzel zaaflarını bilen rabbin, zaaflarından sınayıp seni güçlendiriyor ve her şeyi ne güzel de dizayn ediyordu.
Kurduğu alarmı iptal etmiş, hatta saati de ortadan kaldırmıştı. En sevdiği aksesuar olan saatlerini bir sandık kutusuna kaldırmıştı. Ona sadece yaşadığı tek bir an’ın varlığını hatırlatacak hatırlatıcılarla doldurmuştu etrafını, rakamların yerine, now yazan yani şimdi yazan bir el dokuması ile duvarına saati andıran bir kasnak yaptırmıştı. Asılacak yer belliydi her sabah kalktığında, gözlerini açar açmaz duvara baktığında ilk göreceği yere asmıştı. Sahi bu insan ne çabuk unutan bir varlık türüydü. Sonra kendi varlığının yüceliğini ve aslında ondan başka hiçbir şey olmadığını hatırlatan hiç yazısını Arapça harflerle now saatinin ortasına yazdırmış ve renklerini de en sevdiği yeşil renk ile donattırmıştı.. İşte dakikalar yok olmuş, An’ın için de Hiçliğe gidecek yol tasarlanmıştı. Olacağından, ya da olması zorunlu olacağından değil. Ancak ona baktığında, zaman dediğinin An’ların birikiminden ve burnumuzu soktuğumuz başkalarının yaşamından sıyrılıp, kendimizi eğitmek için, varlığının hiçliğe gitmesi huzurunu arzulamak istemesindendi. Burnumuzu elbette başkalarının hayatına bilerek sokmasak da bazen iyi niyetlerle bile attığımız adımlar ve başkalarının yaşamına yargı bırakarak, kimyasına girerek, kendi düşüncelerimizi bile zapt edemezken, birde başkalarının düşüncelerine müdahale de bulunarak oraya akıttıklarımızdan da sorumlu oluyorduk. Sanki kendi kapımızın önünü süpürdük de başkalarının kapısının önü kalmıştı.
Sahi bu böyle miydi, yani başkasına verdiğimiz düşünceler de bizim denememiz için karşımıza olaylar mı çıkarmaktaydı? Başkasına sabır etmesini bol keseden nasihat ederken, ertesi gün sabır testinden geçtiğimiz zamanlara, dikkat kesilmeliydi. Onun yerine seni anlıyorum ve bu süreçte lütufla, kolaylıkla Allahtan senin için yardım istiyorum mu demeliydik. Yani işi bilene bırakmak nasıl güzel olurdu. Başkasına bedava akıl dağıtırken, kendimizi de o potaya sokuyorduk. Merhamet duygusu, birine üzülürken, fireni patlamış araba gibi, göz yaşlarımızı sıralarken, ciğerimizi dağlarken, sen Allahtan daha mı merhametlisin deyip, elimizde olan bir şey varsa maddi olarak yardım edip, ya da dualarından o kişinin kolaylıkla sınanması için dua edip kalsaydık daha mı iyi olurdu? Onun yaşadığının, senin başına gelmeden, çok üzülmenin de gizli bir isyan olduğunu bilir miydik? O’nun başına gelen senin neden başına gelmesindi ki, ayrıcalığımız neydi, başkasına acıyan gözlerle bakarken, bizim ayrıcalığımız mı vardı.
Çok kilolu insanlar için şişko diye dalga geçenlerin, illa kilo almasa da zorlukla yürüyemeyecek rahatsızlıklar edindiğini de fark etmişti. Sahi bazı insanların, fazla kiloya, stres iyi gelir diye tavsiyelerde bulunduğunu da görmüştü, çok kafa tutan bir tavsiye değil mi? Sahi o insanlar, stresle iyi kilo verip, sağlıklarını da stresin kucağına atmış olabilirler mi? Vesselam bazen incir çekirdeğini doldurmayacak hayatlarımız için, ne akitler yapıyor ve yaşıyoruz ve o akitleri unutup, yaşadığımız şeylerinde sebebini Allaha bağlayıveriyoruz. Allah’ımızdan her an tövbe dilesek yerinde olacak sanırım.
Satın aldığımız yarınlarımız var bizim, o dükkanın kapıları yarın sabah açarız diyerek kapanıyor, halbuki yarın ola hayrola değil mi? Yaz gelse de tatile çıksak, hele bir yarına çıkalım, yaza erdiren Mevla’m, tatili de nasip eder belki elbet. Kitabın ayracını bile kaldırmak lazım vesselam, kaldığın yerden devam edecek nefesi veren rabbimiz, kaldığımız yeri de gösterir elbet. Burada yazması kolay vesselam ancak uygulaması bir hayli zor olan bu süreçte, insanın ne kadar çabuk unutan varlık olduğunu ve hatırlanması için ve hatırlamamız için bir damla bırakmak en iyisi diye düşünülmüş bir yazıdır. Hedefler olacak elbet ancak onlar içinde an’da ne yapabildiğimiz önemli, hedefler an’da yaptıklarımızın birikimi olacaktır. Onun için kağıtlar dolusu planlar yapmamıza gerek yoktu. Zaten AN’ da yapabileceğimizin en iyisi yatırım halkasının bir zinciri olacaktır. Olur, mu, olacakmılardan daha da çok, an’da emek vermek, kaygılardan kurtulup, ne yapılacaksa şimdi yapılması, en güzeli olacaktır.
İnanırsan olur demekten çok, inanıyorum ve isteğimi O’na emanet ettim, beni en iyi bilen, benim için en iyisini bilecek olan da O’dur. Olmayanı dilime, kalbime koydurmayacak olan rabbim, yolumu da kolay eylesin demek daha mı iyi olur? İnanırsan olur, içinde emir kipi var, olan da, olacak olan da O’nun takdirinde olduğunu unutmadan emir kipi yağdırdığımız, ufak bir başkaldırış değil midir? İnan ama isteğinin maddeleşmiş halinin olacağına değil, senin için OL’ma onurunu sana yaşatacak olana inanıştır.
Gününü kurtar, gerisi gelir, günün tedbiri senden yarının takdiri Allah’tan dır.