“Geçecek” diye diye kendimizi ninni gibi uyuttuğumuz zamanlar. Dünya, beşik olmuş da sallıyor gibi uyuduğumuz zamanlar. Sesten uyuyamadığımız komşuların gürültüleri gibi, beynimizin içerisinde dönüp duran sözler, tavırlar, dokunan, tam da insanın ciğerine dokunan ok gibi sözler. Hak edip hak etmediğine bakmadan, “Neden?” diye haykırdığın o zamanlar. Nedenini sorgulamak insanı daha da etkiliyordu. Hak etmek hep göz ardı ediliyordu. Nedeni söyleyeni bağlar, hak edip etmemek ise seni bağlardı.
Bazen susan diller ve yürekler acıtırdı insanın içini, konuşulsa meydana çıkacaktı her şey, bazen insanlar susarak tepki verirlerdi, neden diye sorduklarına ise cevapsız kalırlardı. İşte burada susan kişinin yerine, senin zihnin üretmeye başlardı. Nedenlerle, niçinler’le kendinde yapmış olabileceğin bir hatanın olup olmamasının pençesine takılıp, dünyanın salladığı o beşikte ninniler dinleyip uyumaya devam ederdik.
Sanırdık ki sen hak etmiştin, peki ya hak etmediğin bir şeyde, isyanına cevapsız kalınsaydı ne olurdu? İşte tam da burada cevapsız ise her şey, sessiz ise, bil ki sen hak etmiyordun. Çünkü haklı olan insan ne zaman susardı ki? Hiç susanı gördün mü? En ufak bir şeyde bile kendinde hak görüp, tüm haksızlıklarına rağmen susabilen insan gördün mü? Pençelerini çıkartıp, en yırtıcı hayvandan daha da vahşi olabilirlerdi. Kimse susmazdı vesselam. Susuyorsa vardır bir bildiği. O yüzden neden diye sorduğun isyanlarını o alandan çek ve konuşan zihnine de ki, “Konuşarak çözebileceğimiz şeylerde, karşı taraf susuyorsa, ben değil, o biliyordur.” Bilenin önünde, saygıyla o sessizliği dinlemeyi bil. Dinlemeliydin, o sessizlikten gelecek huzuru, huzur ki seni, neden ve niçinlerle çileden çıkartırken, bileni dinleme cesaretini ve sabrını gösterdiğinde, susanın sessizliğinde, kalbimize akan o konuşmayı dinlemeliydik. Kalbin, O oluyor ve sana oradan yapılması gerekenleri fısıldıyordu. Yaradan, karşında bir başkasının değil, kendisinin konuşmalarını duymanı istiyordu. İşte sana sessiz olan diller de bu yüzden konuşmuyordu.
Konuşmayanların ardında, konuşup zehir saçan dillerin ardında, bakışı ile seni rahatsız edenlerin ardında, seni sevgisinden mahrum edenlerin ardında, seni görmeyip, görmezden gelenlerin ardından bakan Rabbinin senin için hazırlamış olduğu ders müfredatından başka bir şey değildirler. Konuşmuyorsa kişiler, aynası kirli ise kişinin sana Hakkı temiz aynadan yansıtamıyorsa, dillerinde zehir taşıyarak sana zehrini kusuyorsa, kırılan kalbinin yerinde, Rabbinin orada olduğunu ve seni beklediğini hatırlaman ve o ihtiyacın olan ve karşıdan ne bekliyorsan benden bekle dercesine Rabbinin sesini ve sevgisini hissetmen içindir. Bir bakışı ile seni rahatsız eden o bakışların ardında, bakan gözlerinin Rabbinden başkasının sana bakmasını beklememen içindir. Seni sevgisinden mahrum edip de sana sevgisini gösteremeyen, annen, baban, eşin, dostun, arkadaşın, eşin, her kim varsa sevgisini beklediğin, dönüp de kendi kendini sevmeni öğrenmen için ve sen kendini sevdiğin de seni yaratanının sevgisini de hissedip, en önemli sevenin ve seni asla yarı yolda bırakmayacak olan Rabbinin hatırlanması içindir. Başkaları da sever elbet ama en ufak hatanda belki sana sırtını dönerler. O hiç sana sırtını döndü mü, Ona inanmayana bile O yüce Rab, rızık vermiş, bu dünya da karnını doyurmuştur.
Seni ne yapsan da görmeyen, o kişiler için feryat figan çırpındığın ama bir türlü sana kör olan o gözler için, seni gören ve seni hep kollayan bir Rabbinin merhametinde, seni görmemesi gereken kişi olduğu içindir. Susanı konuşturmaya çalışmaktansa, biri susarsa O başlar konuşmaya diyerek, içine odaklandığında seni yalnız bırakmayacaktır. Kalbimi kırdı deyip feryat figan ettiğinde: Allah kırılan kalplerdedir diye kendine hatırlattığın da için ferahlayacaktır. Beni yarı yolda bıraktı dediğine: O hiçbir zaman elimi bırakmaz deyip, elini tuttuğunu hissedeceksin. Sevgisini vermedi dediklerine karşı, beni her zaman seven bir Rabbim vardır hissine varacaksın. Çağırdığında gelmeyen kişi için, senin varacağın yer O’na olacaktır. Bir bir yalnızlaştığında, yalnızlığına en güzel dost O olacaktır.
Dönüp, dolaşıp ona varacağımız yerde, acılarımız kestirme yollarımız olacaktır. Kimse kestirme yola hayır diyemez elbet, daha az enerji ile daha çok bütüne varacağın yer orasıdır. Enerjinin bir damlası ile hızlıca varacağın yerde, başka yollar aramaya gerek var mı? Hadi, şimdi bu benim kısa yolum ise, benim göremediğimi, göster bana Rabbim diyerek, benim burada idrak etmem gereken ne ise kolaylıkla, cevabını bana duyuruver Rabbim diyerek, beklemeye koyulmak. Sessizleşmeye koyulduğumuz da, belki bir cadde de yürürken, yanından öylesine geçen kişilerin, kendi aralarında konuştuğu cümleleri duyarak alacaksın cevabını. Cevap o cümlelerde saklanmış da, sende tam o sırada oradan geçiyorsundur. Sistem bize her daim yardım halinde de, biz ne kadar görebiliyor, duyabiliyoruz ve eşlik edebiliyoruz. Hayatta tesadüf yoktur ki, kalbinin acılarıyla, kuş gibi çırpındığı yerde belki de sen balkonuna konan bir kuşa, rızkından, mutfağında ki bir avuç bulgurundan vererek, iyileşeceksindir.
Dünyanın beşik gibi salladığı bu yolda, daha gidecek çok yolumuz var, beden ölse de, ruh ölmeyecek ve hep onun ışığında, var olacaktır. Buralarda çok salınmamaya ve o tatlı uykusuna çok kapılmamaya çalışmak, en güzel anlaşma olacaktır. “Ah onlar ne kötü ticaret yaptılar”dediği ayetinde olduğu gibi. Belki de ihtiraslarımız, hırslarımız, bir göz açıp kapaması kadar kısa olan hayatlarımız için, seviyorsan söyle, kırıyorsan, özrünü dile, biriktirme de paylaş, biriktirdiklerinden imtihan olursun, kötü gün diye biriktirdiklerin için, kötü günün beklendiği gün, sen beklediğin için, ya geliverirse? Sonuçta o günler için biriktirmiştin değil mi? Her kim varsa elini bekleyen, uzat o eli, sen ona uzatırsan Rabbin de sana el verecektir. Herkes onun parçası, kendinden ayrı görmeyip, herkes onun çatısı altında, onun parçasıdır, diyerek, sıyır gözlerini aynalardan, ardına bak, orada bir ışık var, sana kısa yolu göstermektedir. Bekleme illa, illa olan O’dur.