Keşke zamanı geri alabilseydim diye düşünüyordu. Yeşil berrak ve tertemiz suya bakarken, belki kalbini acıtanlara iki çift laf edebilirdi. Zamanında o iki çift lafı edebilseydi, bugün belki de boğazın da düğüm düğüm kalmayacaktı.
Huzurluydu tam da istediklerini yapmış, başarılı, aktif birisiydi. Bunca yıl iki çift lafı edememenin verdiği duygu ve his sanki içinden yırtınarak çıkmaya çalışan başka birisinin ağıtlarıydı. Öz Varlığın, olması gereken hal’in açığa çıkması için, içinin en derinliklerine sen Kimsin diye soruyordu. Soran da O idi ancak, Kendi hakiki Öz’ün kendini hatırlatma vakti gelmişti. Hesaplaşma zamanı geldiğin de benliğinden bir ben daha çıkararak alıyordu karşısına oturtturuyordu, bakıyordu gözlerinin en derinine, neden diyerek. Tek yaptığım herkese değer vermek ve kalbimi derinliklerine kadar açmak oldu, tüm samimiyetimle yaşadım herkesi diyordu. Hâlbuki ne kadar ağırdı yıllarca bunları kalpte taşımak, hesaplaşamamak, acımak, içinin acıması tam da böyle olmalı dedi. Hesaplaşalım mı, dedi ince tiz bir ses.
Hani çok sevmiştin de varını yoğunu herkesin avuçlarına sermiştin. Hani çok sevmiştin de yeri geldi tüm sevdiklerine bile yalan söyleyebilmiştin. Hani çok sevmiştin de hayır şimdi işlerim var diyememiş tüm önceliği sevdiklerine vermiştin. Hani çok sevmiştin de kendini bile unutup sevdiklerini dinlemiştin. Hani çok sevmiştin de için kan ağlarken sırf güldürebilmek için insanlara sürprizler hazırlamıştın. Hani çok sevmiştin de, ne zordu da, bıçak altına bile yatabilmiştin. Hani çok sevmiştin de zor olacağını bile bile sevmekten vazgeçememiştin. Hani çok sevmiştin de yeri geldiğinde bir çocuk, yeri geldiğin de kocaman olgun bir kadın olabilmiştin, sahi yaşlarını hatırlıyor musun hiç ben 27 yaşındayım ya da 30 yaşındayım demiş miydin, kim yaşadı o yaşları. Hani çok sevmiştin de bir türlü kendin olamamış şekilden şekillere girmiştin, gözünün rengi, saçının rengi, boyun, kilonla oynamıştın, kime göre ideal kadın olmuştun, çok sevmiştin de zevklerini bile değiştirmiş, sadelikten uzak kalabilmiştin. Hani çok sevmiştin de ortamı bozmamak adına gözyaşlarını hep gizli gizli silmiştin. Tüm bunların karşılığın da gerçekten sevildiğini zannettiğin bir boşlukla mücadele ettiğini görememiştin.
Yıllar sonra, işte geldim çünkü görüyorum ki hala uyarıları dikkate almıyorsun ve hesapsız kitapsız yaşabiliyorsun. Her şeyi herkesi görüyorsun ama bir kendini göremiyor, duyamıyorsun. Şimdi Hani o çok sevdiklerin. Hesaplaşma zamanı gelmişti, bir başına sandalyesine oturmuş, sadece yeşili seyrederken, içi iyice burkulmuştu. Ne çok izin verdin. Bir damla sevgiyi derinliklerine kadar hissedebilmek adına, o bir damla sevgi paylaşımı için ne fedakârlıklar da bulundun. Hep kendini unutmuştun. Kimi bulsan, bir arayanın olsa saatlerce konuşmak istiyordun, hayır dur beni benle yüzleştirme dercesine, kendinden kaçtığın o saatler, o günlerin ardından hesap verecek bir yüzün bile yok. Ahhh ne çok yazık ettin kendine. Hakikaten kaç yıl geçmişti böyle, 40 olduk mu?
Baksana etrafına hiç bir şey için geç değil, tomurcuklar açmak için gökyüzünün ağlamasını bekliyor. Sende ağla kabul et, sen sadece çok sevdin, ne az ne gerektiği kadar, ne de hesap kitap yaptın, hep çok sevmeyi seçtin. Sevmenin nesi kötü dedin ve sustun. Sevdin tabii ki ama hep başkalarını, peki sevmedin mi hiç kendini, böyle bir kalbi hiç takdir etmedin mi? Kendin için ne yaptın dedi ve hıçkırmaya başladı. Hadi dedi, tomurcukların için kalk ayağa ve dimdik dur, sen aşkı da, sevgiyi de ölçüsüz yaşadın ve yaşattırdın. Şimdi o söyleyemediğin iki çift lafı kendine söyle ve beni seviyorum de ve sarıl kendine, kendin için sadeleş, kendin için toparlan ve hesaplayamadığın o mükemmel yaşamı, nefes alabilmenin hazzını kendin için, ciğerlerin yanana kadar ve o başkalarına kaptırdığın sevgiyi derinliklerine kadar kendi içine çek.
Biliyoruz ki, bir çocuğu bile kıskanırdın çünkü anlatacak bir bakkal hikâyen bile olmamıştı. Sadece vermeyi öğrenmiştin, tüm alışkanlıklarında ve kendini unutturmuştun. Hiç yorulmadın ve hep verdin, elinden ne geldiyse, vermek elbette bu kadar güzel şeyken, alamamanın dengesizliğinde, bedel yalnızlık değildi, ama kendi yalnızlığınla mutlu olabilmeyi öğrendin ve kendinle neler yapabileceğini de öğreniyorsun. Fırtınalar sessizlikte aşılır yoksa her kafadan çıkan ses seni kurtarmak yerine, derin sulara ayağına bağlanan taşlar eşliğinde, dibi göstermekte hızla hareket ederler.
Kimsenin yabancılıklarına kucak açmana gerek yok, herkesi kendisinin kabul edebileceği kadar sev. Sen kendini sevmezsen kim seni sevebilir. İlahi düzen sevgi üzerine kurulmuşken elbette bunun sonu yoktu. Her şeyin yavrusu bize daha tatlı gelir diye okumuştun bir yerde, kızdığınız, küstüğünüz insanların bebekliklerini düşünün diyordu, kim o bebeğe kızabilir ya da yaralayabilir, her zaman kedi yavrusu, köpek yavrusu, insan yavrusu hep sevilmeye değer değimliydi. İşte bizde Allah’ımız için öyleyiz belki yanlışlarımızla kendi kendimizi yorduk, kirlettik ama biz hala O’ na o en masum halimizle bağlıyız, bizi seven koruyan, duyan Allah’ımız varken ve bize bu kadar değer verirken kendimizi görmezden gelemeyiz, sevmek ayrı, sevilmek ayrı , sevebilmek ise YARA-DAN dan’ dır.