YOLDAŞ OLMUŞ MERYEM ANA

Taş evinde oturmuş, üzerinde kırık beyaz renkli, keten bir kıyafet vardı. Sık kirpikleri, ince kaşları ve kahverengi gözleri adeta duruluğun simgesiydi. Gözlerine bakmak bir rüya âlemine giriş gibiydi, derin bakan gözleri, hüznü ve yaşanmışlığı haykırıyor ancak ardından ışık saçıyordu. Melek simalı ve yüzünde ibadetin saçmış olduğu masumiyet yayılıyordu. Meryem Ana çok huzurluydu.

Kendisini Meryem suresini okurken bulmuştu. Üstünden zaman geçmişti ve bu sefer onu bekleyen elinde bir ibrik ve küçük bir gümüş bardakla bekleyen Meryem Ana vardı. Suyu bardağa boşaltıyor ve bardak doluyordu. Parmakları ince, uzun ve zarifti. İşte o parmaklarla tuttuğu bardağı ona uzatıp içmesi için ikram ediyordu. Bardaktaki su o kadar tatlı ve lezzetliydi ki, yıllarca susuz kalmışçasına üç yudumda içerek bitirmişti. Konuşurken ağızları kıpırdamıyordu. Kalpler konuşuyor ve duyuyorlardı. İkram ettiği suyun ardından gelen birkaç öğüdü olacaktı. Bunlardan birisi, onun beyaz giyinmesi gerektiğiydi, sade ve gösterişsiz, sadece beyaz. Ağzına hayvan eti götürme demişti. Bunları söylerken Meryem Ana’nın sağında ve sonunda iki erkek belirmişti. Birisi sağında olan oğlu Hz. İsa diğeri ise solunda olan manevi oğlu Yuhanna idi. Her ikisinin de göğüslerine kadar uzanan saçları vardı. Hz. İsa’nın saçları siyaha çalan koyu kahverengiydi. Yuhanna’nın ise açık kestane ve ince telliydi. Onlarında üstünde de,  kırık beyaz renginden oluşan keten elbiseler vardı. Bir anda sadece bedenler görünmüş ve mekân kaybolmuştu.

Sana yolculuğunda Yuhanna eşlik edecek demişti. Önlerinde parantez bir kapı açılmıştı. Kapı ki boşluktan oluşan bir alan gibiydi ve bu alan mor ve pembelerin oluşturduğu bir gökyüzünü andırır gibi ışıktan oluşmaktaydı. İşte artık o yolculuğa çıkacak kişilerin arasındaydı. Hz. İsa ve Yuhanna’nın arasındaydı ve o kapının önünde içeriye girmek için hazırda beklemekteydiler. Ancak kapı ki zaten açıktı, sadece adım atılması gerekiyordu. Ayaklarının altında sanki basamak varmışçasına kapıya paralel bir yükseklikte duruyorlardı, merdiven değildi de onları bir ışık kuvveti kaldırıyormuş gibiydi.

Kapının önünde beklemeye koyuldular, gökyüzünü andıran bu alandan bir rüzgâr, yüzüne değmeye başlamıştı. Rüzgârı hissettiğinde, içerisini bir huzur kaplamıştı. Bekliyor da bekliyorlardı ayaktaydılar ve o da tam ortalarındaydı. Bedenine geri dönmesinin vakti geldiğinde, bir ışık ve etrafı harelenmiş bir top belirdi ve ardından devasa beyaz kanatlar.  Kanatlar onu almış, bir bebeği saran anne rahmi güveninde, sarıp sarmalamıştı. Onu günü gelene kadar orada muhafaza edeceklerdi ve rüyasından uyanmıştı. Gördüğü rüya ona çok gerçek gelmişti.

Meryem ki annesi onu Allah yoluna adamıştı. Annesinin çocuğu olmadığı zaman penceresinin önünde otururken yavrusunu gagasıyla besleyen bir güvercin görmüştü. Açmıştı ellerini dua etmişti. “Allah’ım bu duyguyu bana da yaşat yarabbi. Bir çocuğum olursa onu senin yoluna hizmetkâr olarak adayacağım” demişti. Demişti demesine ama o zamanlar sadece erkek çocukları din adamı olabilirlerdi. Ancak o kız çocuğuydu, Meryem’di. Babası o doğmadan vefat etmişti. Annesi Hanna ve Babası İmran, imanlı ve soylu kimselerdi. Annesi Allaha verdiği sözü tutacak ve  Hz. Meryem’i Allah yoluna adayacaktı. Meryem’i dini mabedin görevlisine teslim edecekti. Yavrusundan ayrılacaktı ve sadece belli aralıklarla ziyaret edebilecekti. Annesi Hanna, nihayet günü geldiğinde, kız kardeşinin kocası olan Hz. Zekeriya ya emanet etmiş ve evladından öpe, koklaya ayrılmıştı. Hz. Zekeriya onu vakti gelene kadar mabedin küçük bir odasında saklayacaktı.

“Allah ol der ve oluverir” ayetinin temiz bir beden ve ruhta tezahür etmiş hali Hz. Meryem’di. Allahın sevgisiyle dolmuş bir kalbi hiçbir sıkıntı yoramazdı. Hiçbir yalnızlık onu etkileyemezdi. Meryem Allahın sevgili kuluydu. Zamanı gelene kadar minik kulübesinde ibadet edecek ve korunacaktı.  Onun sığındığı ve güvendiği yalnızca Allahdı.

Kuranı Kerimde 34 defa “Meryem” geçer ki onlardan bir ayette Ali İmran 42. Ayetidir. Ayet şöyle buyurur; Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni bütün dünyadaki kadınlara üstün eyledi. Evet, Hz. Meryem’i gördüğü rüyasından uyanırken ağzında şu kelimelerle uyanmıştı; kadın olmanın en güzel hali Meryem Anaydı.   Hayattı yaşarken sezgilerimiz bize parantez kapılar açardı. Parantezi sezgilerimiz ışığında doldurup bekleyerek, gerçekliğimize doğabilirdik. Parantez kapılar bizim adım atmak istediğimiz her konu için, sezgilerimizin ışığıyla dolduracağımız alanlardı. Bunlar: kadınların doğuştan gelen, henüz ortaya çıkmamış ya da başka karanlıklar tarafından söndürülmüş olan ışıklarımız ve sezgilerimizdi. Belki karanlıkları yok edemezdik ancak ışığımızın önündeki engelleri, sezgilerimiz vasıtasıyla bir bir kaldırabilirdik.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You May Also Like

RAHİM’SEN

Herkes rahimden doğar, rahman olana döner. Bismillahirrahmanirrahim, Rahman ve Rahim olan ALLAH’IN adıyla derken aslında bütün sır burada gizlidir. Bütün sıfatlarının tecelli edildiği insan ve fiziken kadının bedeninde tecelli edilen…
Görüntüle

ETEKLERLE ÖRÜLÜ ÇATI

Henüz gün ortasındayken akşamı getirmenin acelesinde perdesini örtmüştü gökyüzü. Sağanakla akan gözyaşları yeryüzünü doldurmuş, bağırır gibi kulakları çınlatan, kalpleri titreten şimşeklerle dolu bir öğlen vaktiydi. Tavanı alçak, duvarları kalın odalarının…
Görüntüle

İlk Dokumacı Havva Anamız

Kadınlarımız, 19.yüzyılla birlikte insanlığın doğadan kopuşu ve duygulara yer vermeyen kapitalist bir endüstri çarkının içinde kaybolmuştur. Kadınlarımızın yapması gereken ilk şey, içlerindeki doğal sesi keşfetmektir. İçlerinde yatan sınırsız güç ve…
Görüntüle