KADINCIK ANA

Dünyanın sofrasında aç kalmış, terk eylemiş de, oturmamıştı sahte ikramların sofralarına. Rüyasında, onu bir bakırdan sofraya almışlar da, tüten bir somun ekmek, bir tabak ayran aşı ile ikram etmişler de doyurmuşlardı. Bu sofra Kadıncık Ana’nın sofrasıydı. Elbet, o sofraya oturan, aç bırakılmazdı.

Ay ile gün karışmış zamanlarında, el de yok, yürek de yok zamanlarında, bir nur gibi yandı yüreği, gönlünü açan güneş de, eyledi.

 Bilmezdi, yolun yordamını, açtı ellerini göğe karşı, bilinmezin hali, kendini dolunay da açtı.

Geçti bir denizin üstünden, ay ile güneş karşı da bekler idi. Hepsi bir olmuş, gel içerisinden geç demişler idi.

 Geçti içerisinden, vardı bir doğaya. Doğa ki cenneti kıskandıra, oldu ona bir çatıdan ev, gel içeri, diyarı seyreyle demişler idi.

 Çevrelemişler ateşin etrafını, sohbette akar varlığın şanı, gel içeri deyip buyur ettiler. Verdiler eline mukaddes kitabı, açta yüzünü nur’la demişler idi.

Var git Ehl-i Beyt’e hepsi bir olmuş,

Nar-ı Nur Ala’dan selam geldi demişler idi.

Selamını almış kalbi nurla yanmıştı. Elbet yol görünmüştü, baktı etrafına ne varsa çıkacaktı yola. Yol ki yazmaya yürek gerekti, nereden başlansa da, bitirilemeyecekti, o hep devam edecekti. ‘Ma’ dedi içerisinden, ‘Ana’dedi. Anadolu’ya kucak açan Er bırakan o Yüce Ana’ydı. Doldu taştı onun yarenliğinde de,  adı ANADOLU oluverdi. Her yerinden sevgi akan, kucak dolusu ANADOLU. Kucağını herkese açmış bu mübarek topraklar hep var olacaktı.

Bazı sırlar, mana dili ile çözülürdü, çözülebildiği kadar. Yolculuğu evvelinde, gittiği toprakların açılımları, o kendini tanıma yolculuğuna çıktığında, kendisini nasıl bulmaya çalışıyorsa, o mana dili de ona çözülüverecekti. Sanki önce sen kendini bil, bizde sana bildiririz der gibiydi. Yaradan ilmini, kendini bilene bir ışık huzmesi şeklinde gösterip, aydınlatıveriyordu. ‘Kendini bilen rabbini bilir’ der gibi, bu söz her zaman rehberi ve rotası olacaktı. Neye niyetlense bu niyetle hareket edecek, ne yapsa bu niyetle yapacaktı. O topraklar ki bir rüya ile onu çağırmışta, öyle çıkmıştı yola, rüya da gördüğü Hacı Bektaşi Veli idi. Üstünden yıllar geçmiş, kendisini ararken kaybolduğu zamanlarda, rotasını yine kendini bilme haline çevirecek ve kaldığı yerden Nur yanmaya devam edecekti. Onun ile ilgili hakiki bilgileri bulma eşiğinde, vilayetnamesini okuyacaktı. Anadoluya gelişini ve ölümünü anlatan, yaşadığı dönemi çevreleyen bu bilgilerle, Karahöyüğe kadar gitmişti. Henüz bilmiyordu, madde âlemi, mana âlemine, kendini bilme yolunda açacaktı.

Vilayetnamede Hacı Bektaşi Veli’nin doğumunda, “Kadıncık Ana bir rüya görür.’On dört gecelik dolunay, eteğimden koynuma girdi. Yakamdan çıkmak istedi; yakamı tuttum. Yenimden çıkmak istedi; yenimi tutum. Bu kez eteğimden çıkmak istedi; oturdum, yere kapandım; derken korkuyla uyandım.”   

Hacı Bektaşi Veli’den önce bu dergâhta iki kişi vardı. Bunlardan biri Kadıncık Ana ya da Kutlu Melek adını taşıyan bir kadın ruhbandı; diğeri ise onun erkeğiydi ve adı idris’ti. Bu ikili dergâhta yaşıyorlar ve dergâhı yönetiyorlardı.  Kadıncık ANA gördüğü rüya üzerine koşarak İdris’in yanına gider ve der ki; “Tuhaf bir rüya gördüm; sen bilgin bir kişisin, yorumlar mısın?

Gördüğü rüyayı İdris’e anlatan Kadıncık Ana’ya idris şu cevabı verir:”Senden bir çocuk dünyaya gelecek ve o erenlerden biri olacak.”

Vilayetnamenin bu satırlarında bir doğum olayı anlatılır, vilayetnamenin birinci bölümünde Hacı Bektaşi Veli’nin Horasan’ın Nişabur şehrinde dünyaya geldiği, babasının İbrahim Sani, annesinin Hatem Hatun olduğu öne sürülmüş olmasına rağmen, bu pasajda onun doğum yerinin Karahöyük Dergâhı olduğu ve Kadıncık Ana’dan doğduğu ifade edilir.

Kara höyük dergâhında Kutlu Melek’ten dünyaya gelen çocuk, henüz kordon bağı kesilmemiş bir bebek değil de, O”Ağzından nur çıkan, başının üstünde nurdan kandil yanan bir aziz, bir derviş, bir yetişkindir.

Günümüzde Hacıbektaş ilçesinde, beş bin yıllık beşeri hayatın izlerini saklayan Kara höyük’ün eteğinde, tarihi Akpınar Çeşmesi’nin arkasında Kadıncık Ana ya da Kutlu Melek Evi dedikleri bir ev vardır. Geleni gideni yok, toz duman içinde ve çok bakımsızdır. Evin girişinin karşısında, sol köşesinde kalan bir ocak vardır ve bu ocak kutsaldır. Ocağın yemeği mana âleminde yenilmiştir.

Sözlü gelenekler de bahsettikleri, Hacı Bektaşi Veli’yi doğuran Kadıncık Ana’nın doğumun ardından ve Hacı Bektaşi Veli’nin hizmetini tamamladıktan sonra, gelip bu ocağa girerek ortadan çekildiği anlatılır. O ölmemiştir, ortadan çekilmiş ve ‘sır’ olmuştur, bu sebepten mezarı yoktur denilir.

Vilayetnamenin sözlerine, mana diliyle bakıldığında, Kadıncık Ana’nın tüm makam ve mevkisini, üzerinde bulundurduğu Ma’nın vesayet ve vekâletini Hacı Bektaş Veli’ye devrederek ortadan çekilip ‘sır’ olduğudur. Luviler yani ışık insanları Anadolu’da yaklaşık M.Ö.2300’e doğru ortaya çıkmış bir halktır. Luvi inancında ‘Ma’ zamanın başlangıcında var olan ve sonunda da var olacak olan varlığın ve zamanın sebebi ve kendisi olarak tanımlanmıştı. O “Kadir-i Mutlak”tı. Her şey onaydı ve o her şeydi. Kosmos’taki tüm canlı ve cansız nesneler ondan bir parçaydılar. “Ma”, halk nezdinde ve Luvi günlük yaşamında, sayılan baskın niteliklerinden öte, bolluk ve bereket getiren ve doğurganlık vasfıyla çoğalmayı sağlayan “ana” kimliğiyle öne çıkmış ve kadın olarak tahayyül edilmişti. Luvi toplumu anaerkil bir yapı üzerine inşa edilmişti. Eski Çağ’da “Ma” adına inşa edilen yerleri temsil görevi bir Kadın ruhbanda olurdu. “Ma” tapınaklarında erkek ruhbanlar ancak yardımcı görevleri alırlardı.

Eski Çağ’dan günümüze ulaşan Hitit Kabartmalarında da;”Bir elin de dolunayı temsil eden bir ayna, diğer elinde de güneşin sembolü olan bir nar tutan bir ‘Kubaba’ vardır.”

Kubaba yani bu sembol kendini bilme yolunda önemli bir bilgidir. Kendini bilmeden önce Ben’liğini bilme hali, benliğini bilen ve onu ehlileştiren, kendini bilme haline geçer ki ondan sonrası da Ruh’unu bilme hali ve kendimizi gerçekleştirdikten sonra ve Yaradan tarafından bize üflenen ruhumuzun tekâmülü için çabalama sürecimizi anlatır. Ruh’un dişili ve erkeği yoktur. Tüm kadim öğretiler belki de bize hep bunu denge de tutmamız gerektiğinde, asıl varoluş halimize ulaşabileceğimizi vurgulamaktadır. Kubaba kabartmasında ki, Nar ise, Anadolu’da kor ateş olduğu için güneşe ‘nar’ adı verilir, tıpkı güneş rengindeki kabuğun altında çok sayıda yemişi barındıran bir nar gibi ve nar eski çağlardan beri bolluk ve bereketin kaynağı olan güneş sembolüdür. Ay ise geceleri güneşin ışığını yansıttığı ‘ayna’sı olarak kabul edilir ve Ay’ın sembolü Ayna’dır. Kadıncık Ana’da rüyasında karnına bir dolunay girdiğini görür. Mana dilinde dolunay gebeliği sembol ediyordu. Kadıncık Ana ‘Ma’yı temsil edecek olan bir ‘derviş’ suretinde Hacı Bektaşi Veliyi dünyaya getirmiştir. Hacı Bektaşi Veli ile birlikte “Ma”yı temsil hakkı, bir erkek dervişe aktarılmış, Ma ile birlikte “Ma”yı temsil eden kadın ruhban Kadıncık ANA ve Ana’lar sır olup ortalıktan çekilmiştir. Sır ki, “var içinde yok, yok içinde var olma hal’idir. Bu sembolde ki Ay Hacı Bektaşi Veli’yi temsil etmektedir. Bizlere barındırdığı sır belki de atalarımızdan bize Hacı Bektaşi ile miras bırakılan “Ma” kültürünü, ihmal edilen anaerkilliği ve rahimiyet enerjisine sahip çıkılması gerektiğinin hatırlanmasıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You May Also Like

ETEKLERLE ÖRÜLÜ ÇATI

Henüz gün ortasındayken akşamı getirmenin acelesinde perdesini örtmüştü gökyüzü. Sağanakla akan gözyaşları yeryüzünü doldurmuş, bağırır gibi kulakları çınlatan, kalpleri titreten şimşeklerle dolu bir öğlen vaktiydi. Tavanı alçak, duvarları kalın odalarının…
Görüntüle

İlk Dokumacı Havva Anamız

Kadınlarımız, 19.yüzyılla birlikte insanlığın doğadan kopuşu ve duygulara yer vermeyen kapitalist bir endüstri çarkının içinde kaybolmuştur. Kadınlarımızın yapması gereken ilk şey, içlerindeki doğal sesi keşfetmektir. İçlerinde yatan sınırsız güç ve…
Görüntüle