Gittiği yol yol değildi, çabasına bir karşılık bekliyor, hep mutluluğu başkalarında arıyordu. Kime değer verse verdiği değer karşılıksız kalıyor ve aldıklarıyla yetinemiyor, kimseyi de olduğu gibi kabul edemiyordu. Her gün hayaller kurardı, beyaz mobilyalarla döşenmiş evi, yerlere kadar uzanan pencereleri, ipek saten sabahlığı ve elinde kahve kupasıyla içeriyi aydınlatan güneşin sıcaklığını hisseder, evin içerisinde koşuşan çocuklarını ve büyük devasa tavana kadar uzanan bir kütüphanesi olduğunu ve pencereye bakan bir çalışma masasının olduğunu düşler öylece uykuya dalardı.
Sabah kalktığında ise, rutubet kokan odaları olan minicik evinde, mutfağındaki tek sandalyesi ve kendisinin kaplayabileceği kadar bir alanda, apartman boşluğuna bakar o boşlukta uzanan boruya gözlerini dikerek ağlardı ve bu onu kamçılar hayallerini hatırlardı.
Asla hırslı değildi, kimselerden de çekinecek bir şeyi yoktu. Arkadaşlarını davet eder, o minicik mutfağında onlar için harikalar yaratır, misafir ağırlamayı severdi. Her eve gelen bir ona bakar bir de eve bakardı, “Bu evde nasıl yaşanabilir ki?” Diye düşündükleri yüzlerinden okunurdu. Ama o böyle bakıldığını hissetse de gücenmez, “Görmek isteyen beni görür, evim kimsenin umurunda olmamalı “derdi.
“Belki, kimsenin göremediği, insani değerleri vardı, önemli olan da bu değil miydi? İnsanların davranışlarını kafasına takar, neden diye sorgular, neyi neden böyle yapıyorlar “diye düşünürdü. “İnsanların birbirlerine davranış biçimleri bu kadar zor olmamalıydı. Bazen yalnız kaldığında ben bu dünyaya ait değilim “diye düşünüyor, çıkarlar için duygularını sömürenlere mani olamıyor, herkese samimiyetini olağanca gösteriyordu. Her güne yeniden yeminler ederek başlar, asla hiç kimseye hak ettiğinden fazla değeri vermeyeceğim” Der dururdu. Ama o yine kafasına takacak bir şey bulur, işe gider, olağanca haksızlığa sabır gösterir, yıllarını verir, dayanamadığın da pes eder, tüm emeklerini bir kalemde siler atar, nihayetinde gözyaşlarıyla minibüsten iner ve bir kafede oturur düşünürdü. Düşünürken “Neden bunlar benim başıma geliyor?” der ağlardı. Ağladığında telefon rehberini tarar onu dinleyebilecek insanları gözden geçirir, cesaret eder ve konuştuğuna bin pişman kapatırdı telefonunu. Yeni iş arayışları yeni umutlarla kaldığı yerden devam ederdi.
Bu sefer daha dikkatli olacak ve asla kimseye ödün vermeyecekti, nerede hata yaptığını biliyordu. O insanlara hak ettiğinden fazla değer veriyordu. Bunu nasıl kırabilirdi ki, kimine göre bu yıllar sonra yediğin kazıkların toplamı olarak köreleceksindir, kimine göre aslında kaybeden sen değil onlardı, ama o bunu kabul etmiyordu, acıyorsa yüreği kaybeden yine kendisi oluyordu. Aynı sofra da bir amaç için oturup yemek yediği insanlar bile, bir bir hayatından çıkıyor, yanındakiler, eşi, dostu artık onu dinlemek istemiyordu. Bunu çok iyi anlamaya başladığında, çekildi kabuğuna, belki sessizlik her şeyi düzeltirdi, sessizlik düzeltirdi de onun yanan kalbini söndüremezdi, kendisini durduramıyordu. Düşündü,” Hayır aradığım dışarıda değil içeride. Sen kendini neden bu kadar kırılgan ve isyankâr yapıyorsun dediği anda aslında değişen bir şey olmasa da sen değişmeli ve gelişmelisin” dedi.
Önce, sabır sonrası patladığı öfkelerini kontrol etmek zorundaydı, çünkü kimsenin henüz onun sabır aşamasına geçtiğinden haberi yoktu, kimseye hayır diyecek cesareti de olmadığından, çözümü yaptığı fedakârlıklarda sınırlama koyarak buldu. Bir eledi, iki eledi ve kimseler kalmadı yanında, bir zaman sonra onun ihtiyacı olanlar onun özeline girmeye başlamıştı bile, fark etti yıllarca ihmal ettiği ona değer verenleri, içinde ki aceleciliği, sanki filmi yavaşlatır gibi yavaşlattı, artık düşünceleri ve kaygıları konusunda acele etmiyordu, gidenler canını acıtmıyordu, ona iyi gelselerdi ve onun için iyi şeyler katabilecek birileri olsalardı zaten yanında olurlardı diye düşündü.
Öfkesini azamiye indirmiş, hayatını yavaşlatmaya karar vermişti, sanki hayatı böyle daha huzurluydu. Çalıştı didindi ilk hedefi manzarasını değiştirmek olacaktı, gözünün yüksekler de olmadığını biliyor, istediği, orta gelirli insanların bile yaşayabileceği bir eve sahip olmaktı, aldığı minicik maaşı ile yıllarını bağladığı borca girmiş, evini almıştı, manzarasın da yeşiller, maviler görünüyor ve hâlâ evi minicik de olsa, asıl istediği manzarasının değişmiş olmasından dolayı kendisini daha huzurlu hissediyordu.
Bir gün yine yemek daveti verdiğinde, tesadüfen eve gelenlerle birlikte “Kusura bakma böyle habersiz geldim ama” diyen bir kadın daha gelmişti. Hep birlikte yemeklerini yemişler, çay içmeye hazırlanıyorlardı ki davetsiz gelen kadın onu holde yakalamış “Sana bir şey diyeceğim” demişti. “Biliyor musun senin eski çıktığın evde oturuyorum, iyi ki değiştirmişsin evini, mahallede iyice bozuldu bak dedi ne kadar borcun olsa da sen manzaranı değiştirmişsin” dedi. O an öylece kalakaldı, nasıl olurdu ki, hiç yoktan yere birisi evine gelecek ve senin eski oturduğun eve taşınmış olacak ve senin düşüncelerini okumuşcasına sana seni anlatacaktı. İşte bunca çabanın sonunda emeklerinin ve çabanın boşuna olmayacağını ve o bir apartman boşluğunun ilham kaynağı olabileceğini o da yıllar önce sorsalar bilemezdi.