Hayatın serverı sendin, senden sana yansıyana, yansıyandan yansıtılacak, şeye de Hayat denilirdi. Günümüzde soyunduğumuz bir şey kalmadı, gizlemekten başka demişti. Sülüm teyze, elinde tespihi sabah zikrini çekmekteydi. Yeni yapı bir apartman dairesinin, genişçe bahçesinin ardında kalan, eski bir ahşap evin iki göz odasında yaşardı. Sülüm teyze ser verip sır vermediği ailesi hakkında hiç konuşmaya yanaşmazdı. Kasabalı, nereden nasıl geldiğini bilmiyordu, muhtar onu elinden tutup bu yeni yapı apartman sahibinin evine getirmiş ve onlara emanet etmişti. Ancak Sülüm teyze ben kimseyi rahatsız etmem deyince, ev halkı bahçelerinin arka tarafında kalan eski ahşap evin iki odasını onarıp ona yuva yapmışlardı.
Sülüm teyzenin nereden geldiğini merak edince muhtarın kapısını çalmaya karar vermişti. Muhtar amca henüz yeni ofisine geçmiş, sobasının üstüne çaydanlığı oturtturmaktaydı. Sabah selamlaşması bitince, sorusunu sormuştu, şu yeni yapının bahçesinde eski evde yaşayan Sülüm teyze nereden geldi diye sormuştu. Muhtar Amca sülüm teyzenin kendisinin yolunu kaybettiğini görmüş ve üstünden de kimlik çıkmadığını görünce, Polise gitmiş ancak yetmiş beş yaşındaki kadın için ancak kimsesizler kurumuna teslim edilmesi gerektiğini söylemişler. Muhtar o günü anlatınca, gözleri dolmaya başlamıştı. Bizim sülüm teyze, polis merkezinde, iki büklüm sandalyesinde otururken, ayakta yanında bekleyen Muhtar Amcanın elini sıkmış, beni bu kurumlara verme koca mahallende bir göz odan yok mu, senin deyivermiş. Muhtar amcada elinde tespih, dili dualı bu teyzeyi bırakmaya gönlü razı gelmemiş.
Muhtar Amca o an aklını çalıştırıp, mahallenin eşrafını ve kimin ne olduğunu iyi bildiğinden Mustafaların evi aklına gelmiş. Mustafa’nın bol çocuklu evi ve iyi yürekli bir hanımı varmış. Çocukları da pırlanta gibilermiş. Gayrimüslim olduklarından, zaman zaman mahallede ön yargıyla karşılanırlarmış ama bizim Muhtar Amca onların kalbinin özünü iyi bilirmiş. Olsa olsa teyzeyi onlara emanet edebilirim demiş. Muhtar amca biz bir muhtarlığa gidelim, ben tekrar yanınıza gelirim. Teyze de buralarda perişan olmasın demiş ve polis merkezinden teyzeyle birlikte ayrılmışlar.
Yolda yavaş yavaş giderlerken, sülüm teyzenin o mazlum ancak güçlü ifadesi dikkatini çekmiş. Sahi teyze senin adın nedir demiş, Sülüm demiş, neden bu mahalleye geldin sorusunu sorunca ben bilmem, ayaklarım getirdi demiş. Muhtar amca sanırım Sülüm teyzenin kafasının yerinde olmadığını düşünmüş. Onun için kayıp ilanı açtırmaya karar vermiş ve ailesi bulunana kadar da Mustafaları ikna edip, teyzeye göz kulak olmaya karar vermiş. Hikâye böyle kızım, üstün de üniformayı görünce senin okulun yok mu hayde okuluna demişti.
Yolda giderken bin bir olasılık geçmekteydi aklından, ya gerçekten Sülüm teyzenin aklı gelip gidiyordu ya da çocukları, bir kedi yavrusu gibi sokağa salıvermişti. Ama sohbet ettiği Sülüm teyzenin hiçte aklı gidip gelecek gibi değildi, ne zaman kapısını çalsa evinde yaşayan biri gibi sıcakkanlılıkla karşılardı ve eski yaşam hikâyelerini anlatırdı. Unutsaydı, hatırlayamazdı. Belki de bu Sülüm teyzenin sırrıydı ve kimseye de söylememeye karar vermişti. Sülüm teyzenin vardır bir bildiği demişti.
Sülüm Teyze ile o da Mustafaların evi sayesinde tanışmıştı. Liseden arkadaşı Tanya, Mustafa’nın kızıydı. Onların nereden geldiği ya da kimlerden olduğunu düşününce gerçekten bilmiyordu. Onların evin de kimsenin nereli olduğu konuşulmazdı. Anlamadığı ise Muhtar Amca neden Gayrimüslim demişti onu da anlamamıştı. Gerçekten de Tanya toplamda beş kardeşti. Kalabalık evleri vardı. Mahallenin hanımları günden güne buluşurlardı ancak Mustafa’nın hanımının hiç öyle alışkanlıkları yoktu. Ne zaman okul çıkışı Tanya’nın evine gitseler, annesi hep evde olurdu. Başörtüsünü evde takmazdı ama dışarı çıkarken başını örter, örtüsünün iki ucunu çenesinin altından bir kere, birbirine geçirir ve dışarıya öyle çıkardı.
Evlerinde her şey antika havası vermekteydi, diğer evlerden farklıydı. Antika dükkânına girmiş gibi, hep eski telefon, saat, kitaplar ve dekoratif objeler görürdü. Seviyordu bu evin dokusunu, o yüzden Tanyaların evine gitmek çok hoşuna gidiyordu. Bir gün ders çalışmak için Tanyaların evine gittiklerinde, ummalı bir çalışma olduğunu görmüştü. Sebebi bahçelerinde, mahalleden bir kızın nişan eğlencesi olacaktı. O bahçe kimlere ne kucaklar açmaktaydı. Tanyanın annesi de komşulara ikram için, karanfilli ve üzümlü içecekler hazırlamaktaydı. Fırından da mis gibi yağlı çörek kokuları gelmekteydi. Okul çıkışı karınları aç olduğu için her şey güzel kokmaya başlamıştı, zaten Tanyanın annesi de çok maharetliydi. Onların evinde pasta, çörek yapanlar pek olmazdı, o yüzden bu ev, bu açıdan da onun için çok şey ifade etmekteydi.
Mutfağa gidip tanyanın annesinin onlar için hazırladığı, şehriyeli tarhana çorbasını ve salçalı düdük makarnayı, uzun masaya yerleştirmek için taşımışlardı. Bir taraftan yemek yiyorlar, bir taraftan da evlenmenin ne meşakkatli olduğu ile ilgili araların da kendilerince dalga geçiyorlardı. Akşam olmuş, dersleri bitmişti. Bahçeden gelen oyun havalarının sesleri, onların da içini kıpır kıpır etmekteydi. Tanya kalmasını rica etmiş, biraz bahçeye çıkıp seyredelim demişti. O da kırmamış biraz daha kalabileceğini söylemişti. Herkes sırasıyla ortaya geçmiş, çiftetelli oynuyordu. O da boş bir sandalye bulup etrafı seyretmeye koyuldu. O sırada bahçede bir söğüt ağacının altında, bir teyzenin oturduğunu fark etmişti. İşte Sülüm teyzeyi ilk orada görmüştü. Ağaçların arasına tutturulan lambanın ışığı, yüzüne vuruyordu. Bakmış sürekli ağzı kıpırdamaktaydı, sanırım kendi kendisiyle konuşuyor diye düşünmüştü, yerinden kalkıp yanına gitmeye karar vermiş ve yaklaştıkça elindeki tespihi görünce konuşmadığını, dua ettiğini anlamıştı.
Selamını vermiş ve yanına oturmuştu. Senin saçların ne güzel uzun uzun, uçları da kendinden kıvrık sanırım demişti. Utanmış, teşekkür etmişti. Gözlerinde maşallah ışıl ışıl bakıyor ama her an çeşmeyi açacak gibi duruyor demişti. Sen Tanyanın bahsettiği arkadaşısın, gördüm sizi bahçeye girerken demişti. Tanya özel çocuktur, her akşam gelir evime sohbet ederiz demişti. Çok şaşırmıştı, her günü ayrı geçmeyen Tanya, ona Sülüm teyzeden bahsetmemişti. Sende onunla gel evim şurada demişti. Evi görünce şaşırmıştı nasıl haberi olmazdı ki neredeyse iki günde bir, hep o da orada olurdu. Eve geç kalmamak için izin istemiş ve ayrılmışlardı. Ertesi gün ilk işi, Tanyadan teyze hakkında bilgi almak olacaktı.
Tanya, muhtarın sülüm teyzeyi getirdiği günü anlatmış ve başka da bir şey bilmediğini söylemişti, evet her gece yanına gider, sohbet ederim demişti. O an aklına koymuş, bu sefer akşam gideceği yere, sabırsızlanıp sabahın köründe kapısını çalmaya karar vermişti. Tanyaya da, derse bir saat gecikeceğim, teyzeyi merak ettim demiş ve Tanyanın evine doğru yola koyulmuştu. Yolda gittikçe kalbi yerinden çıkacak gibi olmuş ve içini heyecan kaplamıştı. Teyze kapıyı biraz tıklayınca açmıştı, hoş geldin kızım geç kahvaltı yaptırayım sana demiş ve ocağa cezvenin içinde bir yumurta koymuş, o arada da ne varsa dolabında tepsiye dizmişti. İşte sohbetleri o sabah başlamıştı ancak teyze okula geç kalmasını istemediğinden kahvaltısını yaptırıp uğurlamıştı.
Okul yoluna giderken, kahvaltı da ettiği sohbet gelmişti aklına, insanın imanı dilde değil halde olur kızım demişti. İnsandan zarar geldikçe Allaha sığın demişti. Bir sınır vardı, senin koyamadığın, ondan güç isteki senin koyamadığın sınırları, O senin için koysun demişti. Bunu da unutma çok çekeceksin bu sınır yüzünden demişti. Bilseydi yıllar sonra bol bol bu cümlelerle yad edecekti Sülüm teyzesini. Teyze neden çok çekeceğim deyince, anlarım evladım demişti. Allah kalplerin özünü bilendir, ben ancak yüzün söylediğini bilebilenlerdenim demişti. Bak şimdi bu bana evi açan kişiler, tabiri caizse gavur tohumu derler amma bana kapılarını açtı be kızım demişti. Hayatın boyunca insanları kalbinde ayrıştırma, bütünleştir demişti. Siz akşam yine gelin bir şey anlatacağım demişti.
Söylediği sözler içine işlemişti. Evet kendi evinde de dualar edilirdi. Ama hiçbir söz ona bu denli dokunmamış ve içine işlememişti. İnanç demişti. Allaha iman demişti. Kafasında ve yüreğinde çarpan seslerle gününü geçirmiş ve akşamı iple çekmişti. Akşam olup, Tanyanın evine vardıklarında, yemek yemeden gidelim mi demiş ve eve geç kalmamak adına ve teyzeyle biraz daha konuşabilmek adına Sülüm teyzeye gitmek istemişti. Tanya gerçekten özel birisiydi ve sen git benim evim burada nasılsa, sen baş başa Sülüm teyze ile konuş demişti.
Onu bu sefer çay servisi ile karşılamıştı Sülüm teyze ve vakit kaybetmeden sohbete koyulmuştu. Herkesin sorduğu soruları sormamıştı nerde yaşarsın, anan baban ne iş yapar dememişti. Direkt dumanı tüten çay eşliğinde sohbete koyulmuştu.
Kardeşlerim, eğer bir kimseyi iyi eylemleri yokken imanı olduğunu söylerse, bu neye yarar? Öyle bir iman o kimseyi kurtarabilir mi? Bir erkek ya da kız kardeş çıplak ve günlük yiyecekten yoksunken, sizden biri ona,”Esenlikle git, ısınmanı ve doymanı dilerim”derse, ama bedenin gereksindiklerini vermezse, bu neye yarar? Aynı şekilde, tek başına eylemsiz iman da ölüdür.
İnsanlar, “İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.
Bak kızım demişti ilki, Hz. İsa’nın havarilerine söylediği sözdür. İkincisi ise Ankebud suresinin ilk ayetidir. İkisinin de verdiği mesaj samimiyettir. Dille ve şekli ile ibadetlerini göstere göstere yapıp, hali ile yansıtamayanlardan kaçın ve sınırını koy demişti. Düşkün kimselere, dilin ile Allah senin yardımcın olsun demek yerine bir kap yemek yapıp paylaşmayı seç demişti. Böylelikle kalbinden geçen imanı, hal’in ile eyleme geçirerek, hak yolunda yansıtmış olursun demişti.
Burada gidecek yol, tek yoldur, sana bir yol verilmiş çık yürü denilmektedir. Yürürken rehberin, Allah’ın indirdiği kitapları ve onları tebliğ eden Peygamberleri olsun, kalbin Allah’ın adıyla atsın, adımlarını Onun adıyla at. Yaşarken hayatını sınırlarını koymayı da bil demişti, bilemediğin yerde Allah’ım önümü, ardımı, sağımı, solumu en iyi sen bilirsin, bana sınır koyacak irade gücü ver diye dua et, bunu da al kulağına küpe yap ve unutma, gün gelecek herkese açtığın o sınırda, toprağın da ekip biçecekler, ekinler üreyecekte, o ekinleri kendi ambarlarına doldurup, senin ambarını boş bırakacaklardır. Senin cihadında bu olsun kızım demişti. Gününüzde, insanların birbirlerinin sınırlarını bilmeden, herkesin düşüncesine, ilmine ve kalp yurduna saldırmaları olacaktır. Halden anlamayan, imandan da anlamaz kızım hoş gör ve hep Allah’ın kapısına hoş git demişti. Hiçbir şeyde zorlama yoktur, yol gösterilir sadece, uyması için kimse zorlanamaz, sende ileri de halinle çocuklarını büyüt, hiçbir şeye zorlama çocuklarını, senin halini gördüklerinde, seni de taklit etmek hoşlarına gidecektir.
Yüzün tebessümlü, ağzın dualı olsun, bak bana O!nu bir an boşlukta unutmayayım, yerine vesveseler gelmesin diye onun İlahlığını tespih eder dururum. Sende her yerde seni görebilen Allahın için edep ve tevazu ile dolaş demişti. Ağlamaklıydı, öylesine içerisine işlemişti ki Sülüm teyzenin sözleri, içerisi, fırtına esip de toprağı yerden kaldıran bir güç gibi dolmuştu. Sülüm teyze sırtını sıvazlayıp onu yolcu etmişti.
Tanyaya kapıdan selam verip evinin yolunu tutmuştu, evine gittiği yolun sağı solu yeşilliklerle doluydu, sanki giderken her ağaçla selamlaşır gibi yürümüştü yolunu, evine vardığında babaannesi açmıştı kapıyı, sana arkadaş buldum demiş ve onunla da tanıştıracağını söylemişti. Babaannesi de onun için sofra hazırlamış, üstelik yememiş ve onu beklemişti. Öyle duyguydu ki bu yaşlı ve çileli kadınlar iyi ki hayatın da vardı. Farkındaydı, işittiği nasihatleri gün gelecek unutacaktı ancak kimyasına işleyecekti. O sınırlarını koyamadığı günler geldiğinde, işte tam da kalbinde Sülüm teyzenin sözleri canlanacaktı.